(… Bir akşam ağabeyim Mustafa Kemâl'in Anadolu'ya
geçmek üzere olduğunu haber aldık... Ağabeyim, tekmil arkadaşına vedâ ederken şöyle
diyordu:
— Bu geceyi, annem ve kardeşimle geçireceğim sabaha
kadar! Sizi tekrar ziyarete gelemeyeceğim için kusura bakmayın!... Şimdi
hepinize vedâ etmiş olayım...
Arkadaşları gittikten sonra beni çağırdı:
— Makbuş, dedi, annemin karyolasının karşısına yer
sofrası yap. Bu gece sizinle biraz dertleşmek istiyorum...
— Mühim bir şey mi var ağabeyciğim?
— Yarın gideceğim!
— Nereye!
— Gideceğim işte, nereye olduğunu sorma... Hayat
bu... Belki ölürüm, gelemem... Size söyleyeceklerim var bu akşam...
Ben üzgün ve şaşkındım... Muammalar içinde bocalıyordum...
Fakat nereye gideceğini bilmesem bile gittiğini yolun bir mücadele yolu
olduğunu tahmin etmekte güçlük çekmiyordum...
Annemin karyolasının karşısına yer sofrası
hazırladık... Minderleri, yastıkları yerleştirdik... Ağabeyim, annemin
karşısına geçti. Çok düşünceliydi...
•— Anneciğim, dedi. Ben gidiyorum!... Buraların da
Selânik gibi olmak ihtimali vardır... Ben gittikten sonra yanılıp da sokağa
çıkmayın... Benim işim mühim... Bu işte muvafak olabilmem için huzuru kalble
çalışmam lâzım... Beni merak ve endişede
bırakmayın... Giderken gözüm arkada kalmasın! Elimi, ayağımı bağlamayın!
Memleket için çalışırken sizden yana bir üzüntüye düçâr olmak istemem...
Annem, heyecandan düşüp bayıldı... Doktor Rasim Perid Beyi
çağırdık... O ilâç, bu ilâç derken annem biraz kendisine geldi... O gece sabaha
kadar uyumadık... Konuştuk... Dertleştik...
Ertesi gün, araba kapıya dayandı... Annemle ağabeyimin
birbirlerine vedâları çok hazin oldu... Sarıldılar... Öpüştüler... O, annemin
ellerini tekrar tekrar dudaklarına götürdü... Annem, ağabeyimin boynuna
sarıldı...
Aşağıya kendisini teşyi etmek üzere arkadaşları gelmişti...
Âdetimiz mucibince alt katta erkekler olduğu için ben aşağı inmedim...
Ağabeyim, merdivenin başında durdu... Gözlerini gözlerime dikti... Belki
dakikalarca konuşmadan birbirimize bakıştık... Ben olanları ve olacakları
düşünecek halde değildim...
— Niçin konuşmuyorsun Makbuş? dedi.
Nemli gözlerimi ona çevirdim :
— Ağabeyciğim, dedim. Ne konuşayım?... Muharebeye giderdin
bilirdim... Terfian giderdin bilirdim...
Bir vazife ile giderdin, bilirdim... Fakat bugün ne için
gidiyorsun?... Nereye gidiyorsun?... Benim aklım durdu bu gidişe!
— Evet Makbuş, dedi. Merak etme bunu da bilirsin inşaallah!...
Beni bağrına bastı... Vedâ etti... Merdivenleri atlayarak aşağı indi...
O, biraz sonra arkadaşlarının refakatinde arabasına binip
kapıdan uzaklaştığı zaman, biz pencerelere
yığılmış, gözyaşı döküyorduk... Bizi gene annem teselli
etti... Sert bakışlarını bana çevirerek:
— Sen asker kardeşisin, dedi. Ayıp, ağlanır mı hiç askerin
ardından!... Üzüntünü kimseye belli etme... Misafirlere şerbet ez... Memleketi
için giden insan ölse bile ardından ağlanmaz!...
«SAMSUN'A ÇIKTIM, MERAK ETMEYİN!»
Tam üç gün üç gece telefonumuz çalmadı... Halbuki ağabeyim
evde iken sık sık telefon çalardı.. Onunla beraber çalışan arkadaşları Mustafa Kemal'in
tevkifi için yapılan hazırlıkları muntazaman takip ediyorlar ve gizlice telefon
ederek bildiriyorlardı... O, ayrılınca bizi tam üç gün kimse aramadı...
Üç gün sonra telgrafını aldık:
“Samsun'a çıktım, sıhhatteyim, merak etmeyin” Mustafa Kemal.
Üzüntümüzün yerini coşkun bir sevinç doldurmaya başladı. Ağabeyim,
sağ salim Anadolu 'ya çıkmağa muvaffak olmuştu... Fakat akıbetin ne olacağını bilmiyorduk...
KAYNAK: Şemsi Belli, “Makbule ATADAN Anlatıyor: Ağabeyim Mustafa
Kemal” Sayfa:37-39, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1959.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder