Biri
İngilizlere Savaşı Kazandıklarını Söylemeli
Efendim, hikâye filmlik. Birkaç sene
oluyor piyasaya çıkalı. Piyasa da piyasa ha; ne koyarsan satılıyor. Onun için
fazla özene de gerek yok. Alıcısı olduktan sonra her malın kaliteli olması için
neden de yok. Maksat satış olsun. Tekrarlayacağım izninizle: evet, ulusalcı
cephenin yeni bir Atatürk imgesi oluşturması gerekiyor anlaşılan; klasik,
geleneksel Atatürk öyküleri artık pek öyle doyurmuyor gibi. Neden mi? Basit bir
nedenden dolayı; çünkü resmî ideoloji ve tarih, o kadar çok yerden su alıyor
ki, maşallah Titanik gibi batmakta. Delikler hem çok hem de geniş. Bunları
yeniden onarmak için daha da büyük, daha da inanılmaz, daha da efsanevî öyküler
bulup derlemek, eski kurgunun içine yerleştirmek lâzım. İyi de, bunlar nereden
toplanacak? Kaynaklar belli ve hepsi tüketilmiş durumda. O halde, durumdan
vazife çıkarmak ve artık düpedüz uydurmak gerekir. Nasıl olsa genişçe bir kitle
bu uydurmaları ağzı açık beklemektedir. Yutturmak için de öyle işi ciddiye
almak gerekmez; uydur uydur söyle yani; tarih değil mi zaten, başka nasıl
olabilir ki?
Samsun
Vizesini İngilizler Verdi
Kısa süre öncesine kadar bunu
bilmiyorduk; iyi ki söylendi de öğrendik. Yoksa bir başka karizmatik öyküden
yoksun kalacaktık. Tamam uzatmıyorum artık ve öyküye geliyorum. Efendim, 19
Mayıs sabahı Samsun’a varan Atatürk’ü tutuklamak için Samsun’daki İngiliz tabur
komutanına İstanbul’daki İngiliz işgal güçleri komutanlığınca emir verilmiş.
Neden, bilemiyoruz. Çünkü, Atatürk’ün Samsun’a gitmesine izin veren bizzat
İngiliz işgal kuvvetleriydi. Eğer vize vermeselerdi, az daha Bandırma
İstanbul’dan ayrılamayacaktı bile. Nedense fikirlerini değiştirdikleri
anlaşılıyor; üstelik sadece birkaç saat içinde. Arkalarından seslenmek yerine,
daha önce yazdığım şekilde, Deniz Feneri Operasyonu’nu düzenlemişler, ama sonuç
tabiî fiyasko olunca; başkaca bir ihtimal kalmadığından olacak, bu kez
tutuklanmasını emretmişler. Gerçekten de Samsun’da İngiliz işgal kuvvetleri
vardı; hatta kısa bir süre önce buradaki işgal gücü tabur düzeyine de
yükseltilmişti. Yine de Atatürk’ün Karadeniz kıyısının işgale uğramış yegane
limanına çıkmak istemesi, hemencecik İngilizlerin eline düşme tehdit ve riskini
göze almış olması düşündürücüdür. Nitekim kendisini avlamak isteyen İngilizler,
neden onu İstanbul’da mesela işgal komutanlığının bulunduğu Pera Palas’ta
kalırken yakalamaz, hatta Samsun’a gitmesi için vize verir hiç anlaşılamaz. O
kadar ki, vizeyi veren İngiliz subayı, Bandırma yolcularını görüp de,
kuşkulanıp üstlerini uyarmış olmasına rağmen!
İngiliz
Subayı: “Taburum Emrinizdedir!”
Her neyse, zararın neresinden
dönülürse kârdır; tabur komutanı Salter, derhal emri yerine getirmek üzere
şehre iner; yani Samsun’a. Artık bu ne demekse; zaten tabur kentte değil midir?
Kendisi mi şehir dışındadır, bilemeyiz. Birden şehirde siyah çizmeli, siyah
kalpaklı, kilot pantalonlu, ama tabiî sert bakışlı insanlarla karşılaşır ve
aniden bunların Türk subayları olduğunu anlar. Demek o zamana kadar hiç Osmanlı
subayı görmemiştir; asker kıyafetini tanımaz ya da bizim subaylar tebdili
kıyafet gezmektedir her nedense. İskeleye iner ki, ana baba günüdür. Sabah
namazından çıkan herkes oradadır artık. Tuhaf, çünkü Bandırma’nın kalabalıklar
tarafından karşılanmadığını da biliyoruz. Belki Salter hiç kalabalık görmemişti
o zamana kadar. Silâhlı subaylar da İngilizleri çevirmişlerdir. İskelede
tutuklamanın güç olacağını görünce Salter, motoruna atlar, gemiye çıkar, ama
yanında getirdiği askerlerini geride bırakır; sadece Rum tercümanını almıştır
yanına. Atatürk’ün karşısına çıktığında heyecandan ne diyeceğini bilemez ve
kısa bir süre sonra Kâzım Karabekir’in Erzurum’da söyleyeceği şu cümleyi kurar
kendiliğinden: “Taburum emrinizdedir.”
Osmanlı
Harbiyesi'nin Göremediği
Belki de bu söz sonradan dalga dalga
yayıldı ve ta Erzurum’a kadar ulaştı, Karabekir’in de kulağına geldi, nitekim o
da öyle diyecektir: “Kolordum emrinizdedir paşam”. Salter neden böyle demiştir;
kendisi de bilmez; fakat mavi gözlü, sert bakışlı kişiyle karşılaştığı andır
bu. Nedense o kadar sert bakışlı subayla iskelede karşılaştığında bunu demek
aklından geçmemiştir. Neden mi? Belki de onlar sadece sert bakışlıydı da ondan.
Fakat gözleri mavi değildi! Hem mavi gözlü, hem de sert bakışlı subaylara
İngilizler dayanamayıp teslim oluyorlar da ondan. Ah, bunu Osmanlı harbiyesi
birinci dünya savaşında bilseydi, bütün komutanlarını sarı saçlı ve mavi
gözlülerden seçseydi, belki de savaşın kaderini bir saç rengi ile göz rengi
bile değiştirebilirdi. Ah Enver ah, bizi nelerden mahrum ettin!
Salter,
Bir Kadına Esir Düşüyor
E tabiî, teslim olduğuna göre bütün
tabur esarete uğrar. Çorum’da, Çankırı’da ve Kastamonu’da kurulan esir
kamplarına yerleştirilir. Tuhaf, çünkü bütün İngiliz tutsaklar, Mondros ateşkes
anlaşmasına göre serbest bırakılmışlardır zaten, ortada bir esir kampı
kalmamıştır. Üstelik esir kampı, daha bu sırada Atatürk’ün emrindedir! Salter,
Ankara’da nedense dört yıl bir kadının gözetiminde kalır. Bir Türk kadını,
subayı göz hapsine almıştır; siz onun hizmetçi olduğuna bakmayın, aslında sıksa
suyunu çıkaracak kadar da kuvvetlidir. Bu tanım bizzat Salter’in. İngiliz
subayına hizmet eden bir Türk kadını, pek öyle kabul edilebilir bir şey değil,
öykünün bu kısmı biraz rahatsızlık verici. Çünkü bu hanımla dört yıl aynı evde
oturduğunu söylüyor ki, umarım hepsi o kadardır!
Öykü birden daha da garip bir hal
alıyor; çünkü Salter’e soracak olursanız, dört yıl Ankara’da kalmış; fakat
savaş bitince diye devam ediyor, kendilerinin Malta’daki Türk esirleriyle
değiştirildiklerini belirtiyor. Oysa Malta’dakiler daha 1921 yılının Ekim
ayında serbest bırakılmışlardı; üstelik İngiliz subaylarıyla değiş tokuş
edilmişlerdi. Hayret, Salter’in hafızası zayıf, insan ne kadar tutsak kaldığını
doğru hatırlayamaz mı?
Göz
Yaşartıcı Savunma
Salter, ülkesine döner ve tutuklanır.
Ne de olsa savaşı kazanan ordunun subayı olarak kaybedenlere karşı sadece bir
çift mavi göz ve sert bakış karşısında esir olmayı kabullenmiştir. Savunmasında
İngiliz politikasının başarısızlığını konu eder, savunması işe yarar ve beraat
eder. İngiliz adaleti yerine gelmiştir! Sonra Ankara’da yeniden Atatürk’ü
ziyaret eder. Ama o da ne? Bir çift mavi göz karşısında taburuyla teslim olan
bu subay, aradan yıllar geçtikten sonra yeniden göreve davet edilmez mi?
Üstelik istihbarat subayı olarak. Salter bu kez ikinci dünya savaşı sırasında
İngiliz hava kuvvetlerinde uçuş eğitimi almak üzere gelen Türk pilotlarıyla
birlikte olacaktır. İngilizlerin Salter’e güven duymaları boşuna değildir; sahi
Allahaşkına bu İngilizler nasıl savaş kazanıyorlar yahu?
Tarihsel
Kaynaklar Ne Diyor Peki?
Pek çok şey diyorlar, ama hiçbirinde
böyle bir gelişmeden söz edildiğini duyan olmamış. Mesela Atatürk, “Nutuk”ta
kendisine daha ilk adımda teslim olan İngiliz taburundan söz etmiyor.
Yayınlanmış yüzlerce, binlerce sayfalık belgenin hiçbirinde böyle bir olaydan
söz edilmiyor. Ne İngiliz işgal kuvvetlerinin kendi iç yazışmalarında böyle bir
tutuklama emrine yer veriliyor, ne de İngiliz ve Osmanlı arşivlerinde böyle bir
bilgiye rast gelinmiş. Mesela Atatürk, hiçbir zaman bir İngiliz taburunu esir
aldığını İstanbul’a yazmamıştır. Herhalde İngilizlerin haberi olmaması için!
Dahası Bilâl Şimsir’in hazırladığı “İngiliz Belgelerinde Atatürk” kitabında da
(TTK yayını) bu yönde bir belge bulunmamaktadır. Hatta 21 Mayıs tarihli bir
belgede yüzbaşı Hurst Samsun’dan Calthorpe’a yazdığı raporda, Atatürk’ün
Samsun’a vardığını bile bildirmektedir! Gotthard Jaeschke’nin “Kurtuluş Savaşı
ile İlgili İngiliz Belgeleri” kitabında da (TTK yayınıdır) aynı bilgilerle
karşılaşılmaktadır. Hurst kim midir? Samsun’daki İngiliz kuvvetinin başındaki
kişidir! Hadi sallayın sallayın da, bari duvara vurmayın!
Silâhlı Kuvvetler Dergisi’nde Yayınlanmış
Öyküyü bizzat Salter’den işittiğini
iddia ederek nakleden Kemal İntepe’nin yazısının Silâhlı Kuvvetler Dergisi’nde
yayınlandığı belirtiliyor; beni doğrusu yazının kendisinden çok böyle bir
dergide hiçbir süzgeçten geçirilmeksizin yayınlanmış olması şaşırtır. Derginin
yayın tarihi de 1984’müş. Tam olarak 12 Eylül sonrası; e yakışır doğrusu. Garip
olan bu tarihî gerçeğin neden yirmi beş yıl kadar gözlerden uzak kalabildiğini
anlamak; sonra birden bire neden piyasaya arzı endam ettiğini bilebilmek.
Yanıtı hazır: ulusalcılığın mitoloji yaratma tarihine (yoksa yarışına mı
demeliydim) bakınız, her şeyi orada göreceksiniz. Fakat biraz da izan lazım tabiî. Acaba
bunları yazanlar, kendi yazdıklarına gerçekten de inanıyorlar mı? Yoksa bir
zamanlar Türk Tarih Kongresi’nde söylendiği gibi, tarihin sadece arzu edilir
şekilde yazılmasının daha doğru olduğunu mu düşünüyorlar. Evet yanlış
okumadınız; uydurukçuluk yeni bir şey değil kesinlikle. Aksine resmî tarih
tezlerinin ortaya konulduğu 1930’lar Türkiyesinde gerçekleşen tarih
kongrelerinde bazı üyeler, geçmişe ilişkin bilgilerin gerçek olup olmadığının o
kadar da önemli olmadığını, önemli olanın sadece işe yarar bir tarih inşa
etmekten geçtiğini bile söylemişlerdi. Galiba sıra artık torunlarına geldi!
http://www.star.com.tr/yazar/Samsundaki_Ingiliz_taburu_Ataturke_teslim_mi_o-yazi-618257/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder