Mustafa Kemal, arkadaşlarıyla şehre
döndükten sonra, doğruca Mıntaka Palas'a gitmiş, yemeğini yemiş, kahvesini
içiyor, birkaç kişiyle oturmuş konuşuyordu. Belediyenin önünde bulup da
silâhlandırdığı asker, otelin kapısında nöbet bekliyor, içeri sinek
uçurmuyordu. Dışarıdan onun sesi:
— Yasah, diyon sana, ulan! diye birkaç
kez yineleyince Cevat Abbas, tabancasını çekerek kapıya koştu. Karşısında orta
yaşlı, iri yarı, kara gözlü, esmer, palabıyıklı, halktan bir adam duruyordu.
Daha çok doğulu bir Kürt hamala benziyordu. Bıyıkları o denli karaydı ve öyle
parlıyordu ki onları yanmış fındıkla boyadığı kanısını veriyordu.
— Ne arıyorsun burada?
— Mustafa Kemal Paşa'yı göreceğim!
— Ne yapacaksın paşayı?
— Ona söyleyeceklerim var.
— Nedir söyleyeceklerin? Bana söyle,
ben ona söylerim.
Konuşmasından Kürt olduğu anlaşılan
adam, mutlaka içeri girmek istiyordu. Yaver, en sonra önüne düşerek onu Mustafa
Kemal'in oturduğu odaya götürdü.
— Sizi bir vatandaş görmek istiyor,
paşam.
— Gelsin görelim.
Bu adamın durumunda bir gariplik olduğu
herkesçe görülüyordu. Hepsi dikkatle ona bakıyor ve her davranışını göz
hapsinde bulunduruyorlardı. Mustafa Kemal:
— Gel bakalım, evlât, bir arzun mu
var? diye sordu.
— Var paşam, zatınıza söyleyeceklerim
var!
— Haydi, çekinme, söyle öyleyse!
Adam, boğazını temizledikten sonra:
— Paşam, dedi, bana zatınızı vurmak
için vazife verdiler.
— Peki, öyleyse, vur beni, yap
vazifeni, haydi.
— Aman paşam, sen vurulacak adam
mısın? Sen, baş tacı olmaya lâyıksın.
Sonra ceketinin iç cebinden yepyeni
bir tabanca çıkarıp masanın üstüne bıraktı:
— İşte paşam, bana verdikleri tabanca.
«Git. O vatan, millet haini, padişahımızın düşmanı olan paşayı vur.» dediler.
Ben de zatınızı öyle sanarak öldürmeye karar verdim. Üç gündür arkanda
dolaşıyorum. Bütün düşüncelerim alt üst oldu. Meğer beni aldatmışlar! Az kalsın
milletin babasını vuracaktım. Senin, hemşehrilerle konuşmalarını dinledim,
baktım ki sen yalnız bizi düşünüyorsun. Bizi düşmanların elinden kurtarmak
istiyorsun. Asıl hain onlar; o senin düşmanın olacak namussuzlar, ben de artık
sendenim, paşam.
Mustafa Kemal, bu kendi kendine gelip,
kendi kendine giden tehlikeye şaştı kaldı. Daha önce, bu çeşit suikast
olaylarıyla birkaç kez karşılaştığı için şaşkınlığı uzun sürmedi:
— Al tabancanı, sok beline, evlât,
dedi, sen de artık benim askerim sayılırsın. Tabancasız, silâhsız olursak
Pontosçular hepimizi gelip keser.
Kürde bir de kahve ısmarladı ve
kendisini unutmamasını söyledi. Adam, kahvesini içtikten sonra, tabancasını
alıp cebine soktu ve Mustafa Kemal'in ellerini birkaç kez öperek çıkıp gitti.
Mustafa Kemal, bunun üzerine bir sigara yaktı, arkadaşlarına da birer tane
verdi: Yüzü gülüyordu. Seviniyordu. Bu olay da anlatmıştı ki, halk, onun
dilinden anlıyordu. Halk onun dediklerini, kendi içinin yankısı olarak buluyordu.
Halk, bir kurtarıcı bekliyordu. Mustafa Kemal. Samsun'dan ayrılmak için acele
ediyordu. Gitmeden önce de Samsun'da Pontosçulara karşı tertibat almak,
teşkilât kurmak istiyordu. Bunun için de Havza'ya doğru yola çıkmadan önce
Refet beyin kurmay başkanı eski sınıf arkadaşı Yarbay Mehmet Arif beyi
Samsun'un Kırak köyüne örgüt yapmak üzere bıraktı.
KAYNAK: Kutsal İsyan-II, Hasan
İzzettin Dinamo, Tekin Yayınları 1986, Sayfa 76-77
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder