4 Nisan 2008 Cuma

Kendi Kendine Gelip Giden Tehlike



Mustafa Kemal, arkadaşlarıyla şehre döndükten sonra, doğruca Mıntaka Palas'a gitmiş, yemeğini yemiş, kahvesini içiyor, birkaç kişiyle oturmuş konuşuyordu. Belediyenin önünde bulup da silâhlandırdığı asker, otelin kapısında nöbet bekliyor, içeri sinek uçurmuyordu. Dışarıdan onun sesi:

— Yasah, diyon sana, ulan! diye birkaç kez yineleyince Cevat Abbas, tabancasını çekerek kapıya koştu. Karşısında orta yaşlı, iri yarı, kara gözlü, esmer, palabıyıklı, halktan bir adam duruyordu. Daha çok doğulu bir Kürt hamala benziyordu. Bıyıkları o denli karaydı ve öyle parlıyordu ki onları yanmış fındıkla boyadığı kanısını veriyordu.

— Ne arıyorsun burada?
— Mustafa Kemal Paşa'yı göreceğim!
— Ne yapacaksın paşayı?
— Ona söyleyeceklerim var.
— Nedir söyleyeceklerin? Bana söyle, ben ona söylerim.

Konuşmasından Kürt olduğu anlaşılan adam, mutlaka içeri girmek istiyordu. Yaver, en sonra önüne düşerek onu Mustafa Kemal'in oturduğu odaya götürdü.

— Sizi bir vatandaş görmek istiyor, paşam.
— Gelsin görelim.

Bu adamın durumunda bir gariplik olduğu herkesçe görülüyordu. Hepsi dikkatle ona bakıyor ve her davranışını göz hapsinde bulunduruyorlardı. Mustafa Kemal:

— Gel bakalım, evlât, bir arzun mu var? diye sordu.
— Var paşam, zatınıza söyleyeceklerim var!
— Haydi, çekinme, söyle öyleyse!

Adam, boğazını temizledikten sonra:
— Paşam, dedi, bana zatınızı vurmak için vazife verdiler.
— Peki, öyleyse, vur beni, yap vazifeni, haydi.
— Aman paşam, sen vurulacak adam mısın? Sen, baş tacı olmaya lâyıksın.

Sonra ceketinin iç cebinden yepyeni bir tabanca çıkarıp masanın üstüne bıraktı:
— İşte paşam, bana verdikleri tabanca. «Git. O vatan, millet haini, padişahımızın düşmanı olan paşayı vur.» dediler. Ben de zatınızı öyle sanarak öldürmeye karar verdim. Üç gündür arkanda dolaşıyorum. Bütün düşüncelerim alt üst oldu. Meğer beni aldatmışlar! Az kalsın milletin babasını vuracaktım. Senin, hemşehrilerle konuşmalarını dinledim, baktım ki sen yalnız bizi düşünüyorsun. Bizi düşmanların elinden kurtarmak istiyorsun. Asıl hain onlar; o senin düşmanın olacak namussuzlar, ben de artık sendenim, paşam.

Mustafa Kemal, bu kendi kendine gelip, kendi kendine giden tehlikeye şaştı kaldı. Daha önce, bu çeşit suikast olaylarıyla birkaç kez karşılaştığı için şaşkınlığı uzun sürmedi:

— Al tabancanı, sok beline, evlât, dedi, sen de artık benim askerim sayılırsın. Tabancasız, silâhsız olursak Pontosçular hepimizi gelip keser.

Kürde bir de kahve ısmarladı ve kendisini unutmamasını söyledi. Adam, kahvesini içtikten sonra, tabancasını alıp cebine soktu ve Mustafa Kemal'in ellerini birkaç kez öperek çıkıp gitti. Mustafa Kemal, bunun üzerine bir sigara yaktı, arkadaşlarına da birer tane verdi: Yüzü gülüyordu. Seviniyordu. Bu olay da anlatmıştı ki, halk, onun dilinden anlıyordu. Halk onun dediklerini, kendi içinin yankısı olarak buluyordu. Halk, bir kurtarıcı bekliyordu. Mustafa Kemal. Samsun'dan ayrılmak için acele ediyordu. Gitmeden önce de Samsun'da Pontosçulara karşı tertibat almak, teşkilât kurmak istiyordu. Bunun için de Havza'ya doğru yola çıkmadan önce Refet beyin kurmay başkanı eski sınıf arkadaşı Yarbay Mehmet Arif beyi Samsun'un Kırak köyüne örgüt yapmak üzere bıraktı.

KAYNAK: Kutsal İsyan-II, Hasan İzzettin Dinamo, Tekin Yayınları 1986, Sayfa 76-77

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder