6 Nisan 2008 Pazar

Anadan Ayrılış


“Cennet, anaların ayakları altındadır.” Hz. Muhammed (SAV)

Mustafa Kemal, o gün son ayrılık ziyaretlerini yaparak eve döndü. Karşısına çıkan kız kardeşi Makbule'ye:

— Makbuş, dedi, bu akşam eve kimse gelmeyecek. Ben annemin odasında yemek yemek istiyorum. Onun karyolasının karşısında bana bir yer sofrası hazırlattır.

Bu gece sizinle dertleşmek istiyorum.
— Mühim bir şey mi var, ağabeyciğim?
— Yarın gideceğim.
— Nereye?
— Gideceğim işte, nereye olduğunu sorma. Hayat bu. Belki ölürüm, gelemem. Size söyleyeceklerim var bu akşam!

Makbule evin üst katında, sokağa bakan şahnişli odadaki annesinin karyolasının karşısında yere ufak bir sofra kurdurdu. Sininin yanma, tam annesinin karşısına düşen yere rahat bir minder koydurdu. Sininin üzerindeki gümüş tepside püreli rosto ile yumurtalı ıspanak yemekleri duruyordu.

Mustafa Kemal, annesinin odasına çıktığında merakta n çatlayan kız kardeşi, ona kapıyı açarak içeri buyur etti.

Sokağa bakan bu aydınlık şahnişli odaya kapıdan girilince annesinin karyolası sola düşüyordu. Odada bu karyoladan başka bir küçük masa ile bir de kanepe takımı vardı ki, odanın bütün eşyası da hemen hemen bunlardı. Zübeyde hanım, gündüzleri çoğu zaman şahnişteki rahat minderinde oturarak caddeyi seyreder, eğlenirdi. Yalnız bugünlerde keyfi pek yerinde değildi. Bir zamandır kalp hastalığından rahatsızdı.

Mustafa Kemal, odaya girince hemen gitti, annesinin elini öptü; Makbule'nin hatırını sordu ve sonra minderine rahatça bağdaş kurup oturdu. Yemeğini yemeye başladı. İştahsız görünüyordu. Yemeğe çatalıyla şöyle kenarından dokunuyor, lokmalar sanki ağzında büyüyordu. En sonra, yiyemiyeceğini anlamış olacak ki, çatalını elinden bıraktı. Kız kardeşiyle annesinin gözleri merakla onu süzüyordu. Paşanın «gözleri alev alev yanıyor, çok heyecanlı olduğu halinden anlaşılıyordu.» Belki sonrasız ayrılacağı- annesinin karşısında birdenbire çocukluk, ilk gençlik ve gençlik anılarının saldırısına uğradı. Annesinin karşısında bu anıları bir kez daha yıldırım gibi yaşadı: (Sayfa: 14-15)
(…)

Yaşayışın bir mantığı vardı. Sıkı bir aşamanın bir noktasında yaşayışın bütün ilgili anıları yoğunlaşarak birikiyor ve orada kumullanıyordu. Mustafa Kemal, ölüme dek gidebilecek bir yolun başlangıcında ve en kritik bir yaşayış parçası içinde, diriminin en güçlü anlamlarından biri olan hasta annesi karşısında onunla ilgili zengin ve içli anıların bir oğul arı kalabalığıyla kendisine saldırdığını görmüş ve bir süre susarak bu «her dem lirik» kervanın gelip geçmesini beklemişti.

Annesiyle kız kardeşini daha çok merakta bırakmak istemeyen Mustafa Kemal, sözlerine şöyle başladı:

— Anneciğim, dedi, ben yarın gidiyorum. Buraların da Selanik gibi olmak ihtimali var. Elimden ne gelirse onu yapacağım. Fakat bu işte tehlike çoktur. Bana hakkını helâl et. Sen de bunları iyi dinle, Makbuş; işler fenaya dönerse, sakın buradan ayrılmayın. Bütün paranızı sarfedersiniz, paranız biterse, halılarınızı, kıymetli eşyanızı satarsınız. Bir kere daha söylüyorum, ne olursa olsun yola çıkmaya kalkmayacaksınız. Muvaffak olamazsam zaten sizi öldürürler, o zaman elbet ben de ölmüş olurum.

Bu sözler hasta annesi için de, kız kardeşi için de korkunç bir anlam taşıyordu. İki kadın da şaşırmış kalmışlardı. Zübeyde hanımın dua eder gibi ince ve keskin dudakları titriyordu. Makbule'nin boğazı kurumuştu; dili tutulmuş gibiydi, iki kadın da büyülenmiş gibi bu mavi gözleri garip bir alevle yanan gene adama bakıyordu. Zübeyde hanımın bu büyülenmişe benzeyen şaşkın hali, çok sürmedi, vücudu titreyip sarsılmaya ve elleriyle kalbini bastırmaya başladı. Mustafa Kemal ile Makbule, kalkıp tutuncaya dek anneleri bayılmıştı bile. Bu sırada dışarıdaki arkadaş kadınları ve Fikriye içeri koştular. Hemen pencereleri açtılar,
Zübeyde hanımı kucaklayarak sofaya çıkardılar. Mustafa Kemal, heyecanlı konuşmasının bu sonucu verişine pek üzülmüştü. Nerdeyse bütün soğukkanlılığını yitirmek üzereydi. Sözlerinin anlamını yeğnikletmek için boşuna uğraşıyordu:

— Anne, diyordu, merak etme; bu kadar üzülme. Ben size en kötü ihtimali anlattım. Muvaffak olmak ihtimali de kuvvetlidir. Tekrar buraya dönerim. Sizi yanıma aldırırım. Üzülme! Üzülme!

Mustafa Kemal, hemen Emireri Halit'i evin eski gediklisi Doktor Rasim Ferit'e koşturdu. Doktor Rasim Ferit Bey, tam zamanında yetişti ve bu şiddetli krizi tehlikeli bir hal almadan önleyebildi. Zübeyde Hanım, biraz kendine gelip de rahat soluk almaya başladığında, Mayıs sabahının ilk ışıkları pencereleri tatlı bir maviye boyamıştı. Böylece ayrılık zamanı da gelip çatmıştı.

Mustafa Kemal, ayrılık dakikalarının acısını şefkatin ve sevginin şünnde boğmak için annesinin yatağına oturdu. Onu iki koluyla sardı. Onun ellerini ve yüzünü birçok kez öptü, öptü:

— Anne, bana hakkını helâl et! diye tekrarlarken Zübeyde hanımın gözlerinden yaşlar akıyor ve bu yaşlar, oğlu için hayır dualar eden ihtiyar dudaklarını ıslatıyordu. Makbule, artık hiçbir şey söyleyecek, konuşacak durumda değildi. Annesiyle ağabeysinin yarattıkları bu yüksek sevgi ve şefkat tablosunu sessizce seyrediyordu. Mustafa Kemal, artık kalkmıştı. Gitmek üzereydi. Yeniden annesinin ellerine sarıldı; onları üst üste birkaç kez öptü. Annesi, oğlunun boynuna sarılmıştı. Sanki onu hiç bırakmak istemiyordu. Çaresiz, en sonra, kolları aşağı düştü. Mustafa Kemal, bu andan yararlanarak hemen kapıya doğruldu.

Makbule, alt kata inmekte olan ağabeysinin arkasından fırlayınca, Mustafa Kemal, merdiven başında duruvermişti. İkisinin gözleri bir an karşılaştı. İkisinin gözlerinde de sıtmalı ışıklar yanıyordu. Mustafa Kemal:

— Niçin konuşmuyorsun, Makbuş? dedi. Niçin bana öyle bakıyorsun?

Kız kardeşi, yaşlı gözleriyle ona bakıyordu.
— Ağabeyciğim, ne konuşayım? Muharebeye giderdin, bilirdim. Terfian giderdin, bilirdim. Bir vazifeye giderdin, bilirdim. Fakat bugün ne için gidiyorsun? Nereye gidiyorsun? Benim aklım durdu bu gidişe? Mustafa Kemal, kız kardeşini bağrına basarak:

— Evet, Makbuş, dedi, merak etme. Bunu da bilirsin, inşaallah!

Sonra merdivenleri sanki atlayarak indi. Kız kardeşi alt katta, merdiven başında durakalmıştı. Erkek arkadaşları varken aşağı inmemesi evin geleneklerindendi. Mustafa Kemal, arkadaşlarıyla üstü açık otomobille uzaklaşırken annesiyle kız kardeşi ve öbür ev halkı, pencerelere üşüşmüş, yaşlı gözlerle onları uğurluyorlardı. Evde herkes ağlıyordu. Zübeyde Hanım, birdenbire değişmişti. Gözyaşlarını beyaz başörtüsünün uçlarıyla kuruladıktan sonra Makbule'ye döndü ve sert bakışlan ve emreden sesiyle ona şöyle dedi;

— Sen asker kardeşisin; ayıp, ağlanır mı hiç askerin arkasından? Üzüntünü kimseye belli etme. Misafirlere şerbet ez. Memleketi için giden insan ölse bile ardından ağlanmaz!

Makbule'nin hıçkırıkları, bu sözlerden sonra daha çok sürmedi. Kalktı, geceden beri evde bulunan yakın dostların hanım ve akrabalarına yürek serinletici şerbet ezmek için dışarı çıktı. Çevresini alan kadınlar arasında kuru gözleriyle sessizce oturan Zübeyde Hanım, oğlunun gideceği yere sağ salim gitmesi için içinden dualar ediyor, dudakları kıpır kıpır kıpırdıyordu.

KAYNAK: Kutsal İsyan-II, Hasan İzzettin Dinamo, Tekin Yayınları 1986, Sayfa;14-15, 40-42






Olayın Bir Başka Anlatımı...

HAKKINI HELAL ET ANNE

Yıl 1919 Mayıs’ın 15.inci günü öğleden sonra Mustafa Kemal Paşa Şişli’deki evinde ziyaretine gelen arkadaşlarını uğurlarken onlara şöyle diyordu:

-Bu geceyi annem ve kız kardeşimle geçireceğim. Size veda ziyaretine gelemeyeceğim için kusura bakmayın. Şimdi sizlere veda etmiş olayım.

Mustafa Kemal Paşa konuklarını uğurladıktan sonra evin üçüncü katına çıkarak kız kardeşi Makbule Hanım’a şöyle dedi:

-Makbule bu akşam eve kimse gelmeyecek. Ben, annemin odasında yemek yemek istiyorum. Onun, karyolasının karşısında bana bir yer sofrası hazırlattır. Yarın Anadolu’ya gideceğim. Hayat bu; belki ölürüm. Gelemem. Sizlere söyleyeceklerim var.

Sofra hazırdı. Mustafa Kemal Paşa annesinin odasına girince elini öptü. Anne ve kız kardeşinin hatırlarını sordu. Yer sofrasında annesinin yattığı yatağın karşısına gelen yerdeki minderlere bağdaş kurarak oturdu. Mustafa Kemal Paşa’nın yemeğe isteksiz olduğu anlaşılıyordu. Zorla çiğnediği lokmaların arkasını keserek elindeki çatalı bıraktı. Çok heyecanlı olarak söze başladı:

-Anne, ben yarın Anadolu’ya gidiyorum. Buralarda neler olacağı belli değil. Selanik nasıl elden gitti ise buralar da öyle olabilir. Ben kurtarmaya çalışacağım. Ne elimden gelirse onu yapacağım fakat bu işte tehlike çoktur. Bu işi başarabilmem için iç dirliği ile çalışmam gerek, beni kaygı ve tasada bırakmayın. Giderken gözüm arkada kalmasın. Yurt için çalışırken sizden yana bir üzüntüye düşmek istemem. Hesapta ölmek, gidip gelmemek vardır. BANA HAKKINI HELAL ET. Sen de bunları iyi dinle Makbuş, işler fenaya dönerse sakın buradan ayrılmayın. Bütün paranızı sarf ediniz. Bir kere daha söylüyorum. Ne olursa olsun yola çıkmayacaksınız. Başaramazsam zaten sizi öldürürler. O zaman elbet ben de ölmüş olurum.

Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözleri anne ve kız kardeşini pek duygulandırdı. Büyük Türk Anası Zübeyde Hanım, çok sevdiği biricik oğlunun bu sözlerinin etkisinden yeğin bir yürek çarpıntısı ile sarsılmaya başladı. Epeyce sonra kendine gelen Zübeyde Hanım’a Mustafa Kemal Paşa, heyecan içinde söylediği sözlerin yaptığı etkiyi gidermek için Anne üzülme ben size en kötü ihtimali anlattım. Bu işi başarmak ihtimali de kuvvetlidir. Tekrar buraya dönerim. Sizi yanıma alırım, üzülme diye annesini yatıştırmaya çalışıyordu. Zübeyde Hanım kendine gelip rahatlamaya başladığında, biricik oğlunun başarılı olması için Tanrı’ya yakarmaya başladı. Bu gece, kimsenin aklına uyku gelmiyordu. Ailecek sabaha kadar konuşuldu, dertleşildi.
KAYNAK: Samsun Valiliği, Samsun ve İlk Adım Dergisi-I, Samsun 1981, Sayfa:17


« Büyük başarılar, değerli anaların yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımıyla meydana gelir. »
1923.

« Kadının en büyük vazifesi analıktır. İlk terbiye verilen yer ana kucağı olduğu düşünülürse bu görevin önemi gerektiği gibi anlaşılır….»
31. 01. 1923, İzmir’de Halk ile Konuşma.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder