“Cennet, anaların ayakları
altındadır.” Hz. Muhammed (SAV)
Mustafa Kemal, o gün son ayrılık
ziyaretlerini yaparak eve döndü. Karşısına çıkan kız kardeşi Makbule'ye:
— Makbuş, dedi, bu akşam eve kimse
gelmeyecek. Ben annemin odasında yemek yemek istiyorum. Onun karyolasının
karşısında bana bir yer sofrası hazırlattır.
Bu gece sizinle dertleşmek istiyorum.
— Mühim bir şey mi var, ağabeyciğim?
— Yarın gideceğim.
— Nereye?
— Gideceğim işte, nereye olduğunu
sorma. Hayat bu. Belki ölürüm, gelemem. Size söyleyeceklerim var bu akşam!
Makbule evin üst katında, sokağa bakan
şahnişli odadaki annesinin karyolasının karşısında yere ufak bir sofra
kurdurdu. Sininin yanma, tam annesinin karşısına düşen yere rahat bir minder
koydurdu. Sininin üzerindeki gümüş tepside püreli rosto ile yumurtalı ıspanak
yemekleri duruyordu.
Mustafa Kemal, annesinin odasına
çıktığında merakta n çatlayan kız kardeşi, ona kapıyı açarak içeri buyur etti.
Sokağa bakan bu aydınlık şahnişli
odaya kapıdan girilince annesinin karyolası sola düşüyordu. Odada bu karyoladan
başka bir küçük masa ile bir de kanepe takımı vardı ki, odanın bütün eşyası da
hemen hemen bunlardı. Zübeyde hanım, gündüzleri çoğu zaman şahnişteki rahat
minderinde oturarak caddeyi seyreder, eğlenirdi. Yalnız bugünlerde keyfi pek
yerinde değildi. Bir zamandır kalp hastalığından rahatsızdı.
Mustafa Kemal, odaya girince hemen
gitti, annesinin elini öptü; Makbule'nin hatırını sordu ve sonra minderine
rahatça bağdaş kurup oturdu. Yemeğini yemeye başladı. İştahsız görünüyordu.
Yemeğe çatalıyla şöyle kenarından dokunuyor, lokmalar sanki ağzında büyüyordu.
En sonra, yiyemiyeceğini anlamış olacak ki, çatalını elinden bıraktı. Kız
kardeşiyle annesinin gözleri merakla onu süzüyordu. Paşanın «gözleri alev alev
yanıyor, çok heyecanlı olduğu halinden anlaşılıyordu.» Belki sonrasız
ayrılacağı- annesinin karşısında birdenbire çocukluk, ilk gençlik ve gençlik
anılarının saldırısına uğradı. Annesinin karşısında bu anıları bir kez daha
yıldırım gibi yaşadı: (Sayfa: 14-15)
(…)
Yaşayışın bir mantığı vardı. Sıkı bir
aşamanın bir noktasında yaşayışın bütün ilgili anıları yoğunlaşarak birikiyor
ve orada kumullanıyordu. Mustafa Kemal, ölüme dek gidebilecek bir yolun başlangıcında
ve en kritik bir yaşayış parçası içinde, diriminin en güçlü anlamlarından biri
olan hasta annesi karşısında onunla ilgili zengin ve içli anıların bir oğul arı
kalabalığıyla kendisine saldırdığını görmüş ve bir süre susarak bu «her dem
lirik» kervanın gelip geçmesini beklemişti.
Annesiyle kız kardeşini daha çok
merakta bırakmak istemeyen Mustafa Kemal, sözlerine şöyle başladı:
— Anneciğim, dedi, ben yarın
gidiyorum. Buraların da Selanik gibi olmak ihtimali var. Elimden ne gelirse onu
yapacağım. Fakat bu işte tehlike çoktur. Bana hakkını helâl et. Sen de bunları
iyi dinle, Makbuş; işler fenaya dönerse, sakın buradan ayrılmayın. Bütün
paranızı sarfedersiniz, paranız biterse, halılarınızı, kıymetli eşyanızı
satarsınız. Bir kere daha söylüyorum, ne olursa olsun yola çıkmaya
kalkmayacaksınız. Muvaffak olamazsam zaten sizi öldürürler, o zaman elbet ben
de ölmüş olurum.
Bu sözler hasta annesi için de, kız
kardeşi için de korkunç bir anlam taşıyordu. İki kadın da şaşırmış kalmışlardı.
Zübeyde hanımın dua eder gibi ince ve keskin dudakları titriyordu. Makbule'nin
boğazı kurumuştu; dili tutulmuş gibiydi, iki kadın da büyülenmiş gibi bu mavi
gözleri garip bir alevle yanan gene adama bakıyordu. Zübeyde hanımın bu
büyülenmişe benzeyen şaşkın hali, çok sürmedi, vücudu titreyip sarsılmaya ve
elleriyle kalbini bastırmaya başladı. Mustafa Kemal ile Makbule, kalkıp
tutuncaya dek anneleri bayılmıştı bile. Bu sırada dışarıdaki arkadaş kadınları
ve Fikriye içeri koştular. Hemen pencereleri açtılar,
Zübeyde hanımı kucaklayarak sofaya
çıkardılar. Mustafa Kemal, heyecanlı konuşmasının bu sonucu verişine pek
üzülmüştü. Nerdeyse bütün soğukkanlılığını yitirmek üzereydi. Sözlerinin
anlamını yeğnikletmek için boşuna uğraşıyordu:
— Anne, diyordu, merak etme; bu kadar
üzülme. Ben size en kötü ihtimali anlattım. Muvaffak olmak ihtimali de
kuvvetlidir. Tekrar buraya dönerim. Sizi yanıma aldırırım. Üzülme! Üzülme!
Mustafa Kemal, hemen Emireri Halit'i
evin eski gediklisi Doktor Rasim Ferit'e koşturdu. Doktor Rasim Ferit Bey, tam
zamanında yetişti ve bu şiddetli krizi tehlikeli bir hal almadan önleyebildi.
Zübeyde Hanım, biraz kendine gelip de rahat soluk almaya başladığında, Mayıs
sabahının ilk ışıkları pencereleri tatlı bir maviye boyamıştı. Böylece ayrılık
zamanı da gelip çatmıştı.
Mustafa Kemal, ayrılık dakikalarının
acısını şefkatin ve sevginin şünnde boğmak için annesinin yatağına oturdu. Onu
iki koluyla sardı. Onun ellerini ve yüzünü birçok kez öptü, öptü:
— Anne, bana hakkını helâl et! diye
tekrarlarken Zübeyde hanımın gözlerinden yaşlar akıyor ve bu yaşlar, oğlu için
hayır dualar eden ihtiyar dudaklarını ıslatıyordu. Makbule, artık hiçbir şey
söyleyecek, konuşacak durumda değildi. Annesiyle ağabeysinin yarattıkları bu
yüksek sevgi ve şefkat tablosunu sessizce seyrediyordu. Mustafa Kemal, artık
kalkmıştı. Gitmek üzereydi. Yeniden annesinin ellerine sarıldı; onları üst üste
birkaç kez öptü. Annesi, oğlunun boynuna sarılmıştı. Sanki onu hiç bırakmak
istemiyordu. Çaresiz, en sonra, kolları aşağı düştü. Mustafa Kemal, bu andan yararlanarak
hemen kapıya doğruldu.
Makbule, alt kata inmekte olan
ağabeysinin arkasından fırlayınca, Mustafa Kemal, merdiven başında
duruvermişti. İkisinin gözleri bir an karşılaştı. İkisinin gözlerinde de
sıtmalı ışıklar yanıyordu. Mustafa Kemal:
— Niçin konuşmuyorsun, Makbuş? dedi.
Niçin bana öyle bakıyorsun?
Kız kardeşi, yaşlı gözleriyle ona
bakıyordu.
— Ağabeyciğim, ne konuşayım?
Muharebeye giderdin, bilirdim. Terfian giderdin, bilirdim. Bir vazifeye
giderdin, bilirdim. Fakat bugün ne için gidiyorsun? Nereye gidiyorsun? Benim
aklım durdu bu gidişe? Mustafa Kemal, kız kardeşini bağrına basarak:
— Evet, Makbuş, dedi, merak etme. Bunu
da bilirsin, inşaallah!
Sonra merdivenleri sanki atlayarak
indi. Kız kardeşi alt katta, merdiven başında durakalmıştı. Erkek arkadaşları
varken aşağı inmemesi evin geleneklerindendi. Mustafa Kemal, arkadaşlarıyla
üstü açık otomobille uzaklaşırken annesiyle kız kardeşi ve öbür ev halkı,
pencerelere üşüşmüş, yaşlı gözlerle onları uğurluyorlardı. Evde herkes
ağlıyordu. Zübeyde Hanım, birdenbire değişmişti. Gözyaşlarını beyaz
başörtüsünün uçlarıyla kuruladıktan sonra Makbule'ye döndü ve sert bakışlan ve
emreden sesiyle ona şöyle dedi;
— Sen asker kardeşisin; ayıp, ağlanır
mı hiç askerin arkasından? Üzüntünü kimseye belli etme. Misafirlere şerbet ez.
Memleketi için giden insan ölse bile ardından ağlanmaz!
Makbule'nin hıçkırıkları, bu sözlerden
sonra daha çok sürmedi. Kalktı, geceden beri evde bulunan yakın dostların hanım
ve akrabalarına yürek serinletici şerbet ezmek için dışarı çıktı. Çevresini
alan kadınlar arasında kuru gözleriyle sessizce oturan Zübeyde Hanım, oğlunun
gideceği yere sağ salim gitmesi için içinden dualar ediyor, dudakları kıpır
kıpır kıpırdıyordu.
KAYNAK: Kutsal İsyan-II, Hasan
İzzettin Dinamo, Tekin Yayınları 1986, Sayfa;14-15, 40-42
Olayın Bir Başka Anlatımı...
HAKKINI HELAL ET ANNE
Yıl 1919 Mayıs’ın 15.inci günü öğleden
sonra Mustafa Kemal Paşa Şişli’deki evinde ziyaretine gelen arkadaşlarını
uğurlarken onlara şöyle diyordu:
-Bu geceyi annem ve kız kardeşimle
geçireceğim. Size veda ziyaretine gelemeyeceğim için kusura bakmayın. Şimdi
sizlere veda etmiş olayım.
Mustafa Kemal Paşa konuklarını
uğurladıktan sonra evin üçüncü katına çıkarak kız kardeşi Makbule Hanım’a şöyle
dedi:
-Makbule bu akşam eve kimse
gelmeyecek. Ben, annemin odasında yemek yemek istiyorum. Onun, karyolasının
karşısında bana bir yer sofrası hazırlattır. Yarın Anadolu’ya gideceğim. Hayat
bu; belki ölürüm. Gelemem. Sizlere söyleyeceklerim var.
Sofra hazırdı. Mustafa Kemal Paşa annesinin
odasına girince elini öptü. Anne ve kız kardeşinin hatırlarını sordu. Yer
sofrasında annesinin yattığı yatağın karşısına gelen yerdeki minderlere bağdaş
kurarak oturdu. Mustafa Kemal Paşa’nın yemeğe isteksiz olduğu anlaşılıyordu.
Zorla çiğnediği lokmaların arkasını keserek elindeki çatalı bıraktı. Çok
heyecanlı olarak söze başladı:
-Anne, ben yarın Anadolu’ya gidiyorum.
Buralarda neler olacağı belli değil. Selanik nasıl elden gitti ise buralar da
öyle olabilir. Ben kurtarmaya çalışacağım. Ne elimden gelirse onu yapacağım
fakat bu işte tehlike çoktur. Bu işi başarabilmem için iç dirliği ile çalışmam
gerek, beni kaygı ve tasada bırakmayın. Giderken gözüm arkada kalmasın. Yurt
için çalışırken sizden yana bir üzüntüye düşmek istemem. Hesapta ölmek, gidip
gelmemek vardır. BANA HAKKINI HELAL ET. Sen de bunları iyi dinle Makbuş, işler
fenaya dönerse sakın buradan ayrılmayın. Bütün paranızı sarf ediniz. Bir kere
daha söylüyorum. Ne olursa olsun yola çıkmayacaksınız. Başaramazsam zaten sizi
öldürürler. O zaman elbet ben de ölmüş olurum.
Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözleri anne
ve kız kardeşini pek duygulandırdı. Büyük Türk Anası Zübeyde Hanım, çok sevdiği
biricik oğlunun bu sözlerinin etkisinden yeğin bir yürek çarpıntısı ile
sarsılmaya başladı. Epeyce sonra kendine gelen Zübeyde Hanım’a Mustafa Kemal
Paşa, heyecan içinde söylediği sözlerin yaptığı etkiyi gidermek için Anne
üzülme ben size en kötü ihtimali anlattım. Bu işi başarmak ihtimali de
kuvvetlidir. Tekrar buraya dönerim. Sizi yanıma alırım, üzülme diye annesini
yatıştırmaya çalışıyordu. Zübeyde Hanım kendine gelip rahatlamaya başladığında,
biricik oğlunun başarılı olması için Tanrı’ya yakarmaya başladı. Bu gece,
kimsenin aklına uyku gelmiyordu. Ailecek sabaha kadar konuşuldu, dertleşildi.
KAYNAK: Samsun Valiliği, Samsun ve İlk
Adım Dergisi-I, Samsun 1981, Sayfa:17
« Büyük başarılar, değerli anaların
yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımıyla meydana gelir. »
1923.
« Kadının en büyük vazifesi analıktır.
İlk terbiye verilen yer ana kucağı olduğu düşünülürse bu görevin önemi
gerektiği gibi anlaşılır….»
31. 01. 1923, İzmir’de Halk ile
Konuşma.