12 Ocak 2008 Cumartesi

Atatürk'ün, Muavenetlerinden Müstefid Olduğu Havzalılar



Havza çalışmaları sırasında “yakın mesai arkadaşı” olarak Mustafa Kemal Paşa’nın hizmetinde bulunan Havzalılar;  Mustafa Kemal Paşa’nın Havza’da yaptığı çalışmalar sırasında

“..kıymettar mesai ve muavenetinizden pek müstefit oldum.(..)”
(“Benimle yapmış olduğunuz değerli çalışmalarınızdan ve yardımlarınızdan çok yararlandım” ) diye kendilerine teşekkür ettiği Havzalılar; kuşkusuz isimlerini sadece bu bölümde andığımız kişilerle sınırlı olmayıp tüm Havza halkını kapsayan bir ifadedir.

 Biz bu bölümde sadece ona yakın “mesai arkadaşlığı” yaparak hizmetinde bulunanlardan yaşam öyküleri ile ilgili bilgilere ulaşabildiğimiz birkaç tanesine yer verebiliyoruz.

 Bu kitapta yer alanların yanı sıra her biri Milli Mücadele yıllarının “Kahraman Havzalılar”ını teşkil ederek  isimlerini Cumhuriyet tarihimize altın harflerle yazdırmış  başta şehitlerimiz olmak üzere tüm hemşerilerimizi  rahmet ve şükranla anıyoruz.


Zübeyir-zade Mehmet Fuat (KAYNAR) Efendi

1889 yılında o tarihlerde Amasya sancağına bağlı Havza kazasında doğdu. Ataları Kınık Türklerindendir.

19 yüzyılın son çeyreğinde Havza, Merzifon ve çevre kazalarda çağdaş Türk Ulusçuluğu fikri artan Ermeni ve Rum terörü ile ve bağımsızlık istekleri karşısına bir tepki olarak çıkmıştı. Kasabanın ileri gelenleri, aydınlar ve yöneticiler sohbet ve toplantılarında hep bu fikirleri konuşuyorlar, tartışıyorlardı. Böyle bir ortamda yetişen M. Fuat Efendi, ilk ve orta öğrenimini Havza’da İptidai ve Rüştiye mekteplerinde tamamladı. 1905 yılında Samsun İdadisinde (Lisesinde) öğrenimine devam etti.

Balkan ve I. Dünya Savaşı yıllarının çalkantılı döneminde Avrupalı devletlerin Osmanlı ülkesini tam bir sömürge haline getirme çabalarına karşı o yıllarda Samsun ve Amasya civarında Türk Ulusçuluğunun tek temsilcisi İttihat ve Terakki Cemiyeti idi. Cemiyet her iki sancakta örgütlenmesini tamamlamıştı. Yabancıların ve azınlıkların ekonomik denetimi ele geçirmeleri ve Türklere yönelik azınlık çetelerinin eylemlerine karşılık Türk ve Müslüman halk arasında gelişen bir tepki olarak başta aydınlar, yöneticiler, orta esnaf İttihat ve Terakki cemiyetine sempati duyuyor, üye oluyordu.

 Güçlü ve sağlam bir gözlem gücü, eleştirel bir mantık süzgeciyle ülkesinin nasıl sömürüldüğünü, bu ülke için kanını harç, kemiğini tuğla yapan Türk ulusunun ne hallere düşürülmek istendiğini çabuk sezen M.Fuat İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilk kez Samsunda tanıştı ve bu cemiyete üye oldu. 1908 yılında İdadi öğrenimini tamamlayarak Havza’ya dönmesinden sonra cemiyetin Amasya sancağı kazalarında örgütlenmesine çalıştı. Havza’da bir devlet dairesinde iş aramasına rağmen bulamadı. Düşüncesi ve ideolojisine ters gelmesine karşın Fransız Tütün Reji Şirketi’nin Havza temsilcisi oldu. Burada daha sonra yasal bir partiye dönüşen İttihat ve Terakkinin Havza kurucuları arasında yer aldı. Partinin çevre kasabalarda örgütlenmesi için çalıştı. İstanbul da yayınlanan parti yanlısı iki gazetenin Samsun ve Amasya temsilciliklerini yaptı.

1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Türklere karşı saldırılarını artıran Rum Pontus Çetelerine karşı, silahlı Türk Milis güçlerini (Serdengeçtileri) örgütledi. Civardaki Türk askeri yetkilileri ile irtibata geçerek silah ve cephane temin etti. Çevre kazalarda da bu tür çalışmalarını sürdürdü.

1916 yılında Çanakkale savaşlarına Yedek Subay olarak katıldı. Büyük kahramanlıklar gösterdi. Bu arada yaralandı. Mütareke döneminde tekrar Havza’ya döndü. İttihat ve Terakki Partisi’nin kapatılmasına rağmen parti çalışmalarını gizlice sürdürdü.

19 Mayıs 1919 da Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkması arkasından 25 Mayıs’ta Havza’ya gelmesi Türk Kurtuluş Savaşı’nın, Türk Ulusçuluğunun ve Türk Devrimi’nin ilk kıvılcımlarını tutuşturdu. Tarihin mutlu, güzel bir rastlantısı bu iki büyük Türk Ulusçusunu ve devrimcisini bir araya getirdi.

Zübeyir-zade M. Fuat, Milli Mücadelemizin örgütlenmesi çalışmalarına canla, başla tüm enerjisi ile katıldı. Havza’da kurulan Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin kurucuları arasında yer aldı. Yurdun çeşitli yerlerindeki diğer cemiyetlere gönderilecek yazışma metinlerini kaleme aldı, Havza halkı adına ilgili yerlere gönderdi.

Başta Bayram Efendi olmak üzere Havza eşrafının da yardımlarıyla kısa zamanda dört bin kişilik (bu sayı daha sonra altı bine yükseltilmiştir) atlı ve silahlı Türk Milis Güçlerinin oluşturulmasında büyük gayret gösterdi. Pontus çetelerini etkisiz hale getirmek için at sırtında aylarca dağlarda dolaşarak onlarla çarpıştı.

Kurtuluş Savaşı yıllarında Yozgat, Zile, Alacada çıkan iç ayaklanmaların bastırılmasında, Polatlı yakınlarına kadar gelen Yunan kuvvetlerinin bozguna uğratılmasında üstün başarılar gösterdi. Bir kaç kez attan düşerek yaralandı. 3 Temmuz 1920’de toplanan Merzifon Asayiş Kongresinin divan katibi seçildi.

Kurtuluş Savaşı başarı ile tamamlanıp Türkiye Cumhuriyeti kurulunca M. Kemal, bu kahraman, idealist genç Zübeyir-zade Mehmet Fuat’ı Ankara’ya çağırarak orada bir görev vermek istedi. Z. Mehmet Fuat bu görevi seve-seve kabul edeceğini ancak yeni Türk Devleti’nin ve devrimlerinin Havza ve çevresinde pekişip, köklenmesi ve kuvvetlenmesi için bu civarda çalışmasının daha uygun olacağını bildirdi.

Gençliğinin ilk yıllarında içten benimsediği Türk Ulusçuluğu’nu ekonomik ve iktisadi kalkınmayı bu çevrede başlatmak için çalışmalarına başladı. Savaş yıllarında gösterdiği enerjik, üstün, kahramanca çalışmalarını bu kez Havza ve çevresinin kalkınması için kullandı.

Bu çevrenin ekonomik, kültürel, eğitim-öğretim, sağlık yönünden kalkınması için çalışmalarda bulundu. Havza ve yöresinin ekonomik ve sosyal envanterini çıkardı. Bu civarın madenlerini, akarsularını, tarım ürünlerini, ticaret potansiyelini, endüstri bitkilerini saptadı. Bunların ülke ekonomisine yapacağı katkılar üzerinde çalıştı. Ulaşım, ticaret ve tarımın nasıl gelişebileceğini raporlarla saptayarak Ankara’ya devletin yetkili birimlerine gönderdi.

Cumhuriyet Halk Fırkasının kurulmasından sonra partinin bu çevrede örgütlenmesine çalıştı. Daha sonra Halk Evlerinin kuruluşuna öncülük ederek sadece Havza’da değil tüm civar il ve ilçelere Halk Evleri’nin birer temsilciliğinin açılmasını sağladı. Havza’da kurulan eğitim, kültür komisyonlarında görev aldı. Birçok yetenekli genci Halk Evi’nde eğiterek, onların çeşitli beceriler kazanmalarını örnek birer yurttaş olarak yetişmelerini sağladı. Havza ve köylerinde okuma yazma seferberliği için açılan Millet Mektepleri’nde öğretmenlik yaptı.

Kendisi dürüst kişilikli, prensip sahibi kibar bir insandı. Özellikle edebiyat, tarih, güzel sanatlara (resim ve müzik) çok düşkündü. Sürekli araştırır, okuduğu kitaplardan not alırdı. Çok iyi derecede Fransızca bilirdi. Çevrede sık-sık araştırma gezilerine çıkardı.

Bu görevlerine devam ederken bir yandan da İstanbul’da yayınlanan Akşam, Tan ve Sabah gazetelerinin Samsun temsilciliklerini yürüttü. Bu kutsal ve olağanüstü çalışmalarının sonucu yorgun düştü. Henüz çok genç sayılabilecek bir yaşta kırk altı yaşında 1936 yılında Samsun da geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayata veda etti.


Sıtkı Hoca (Yusuf Sıtkı Bayram)

Merzifon’un Hacı Bayram oğulları namıyla anılan eski bir ailesinden Abdulmecid Efendinin oğludur.  (H.1284-M.1868) yılında doğmuştur. Merzifonlu Müderris Hacı Bayram zade Hoca Bekir Efendi’den okumuş, medrese tahsilini bitirdikten sonra İstanbul’a giderek Ümmü Veled Medresesinde yüksek tahsilini ikmal ve icazet (diploma) almıştır. Çeşitli tarihler de Merzifon da Eytam müdürlüğü ve Evkaf (Vakıflar) memurluğu yapmıştır. Havza Direm Köyü imamlığı yaptığı sırada Milli Mücadelemize katkıları nedeni ile Havza tarihinde de  seçkin bir yer edinen Sıtkı Hoca en son Havza müftülüğü görevinden emekli olarak meslek hayatını tamamlamıştır.

 Boş zamanlarını tamamen mütalaa ile geçirirdi. Güzel konuşur, güzel yazar, hoş-sohbet, hazır cevap, zarif nüktedan, nevi şahsına mahsus, gün görmüş geçirmiş bir zat idi. Hayatında çok çile çekmiş 1 Eylül 1957 tarihinde memleketi olan Merzifon da vefat etmiştir.(2)

  “Din Adamı” kişiliğinin yanı sıra edebiyata düşkünlüğü ile de tanınan Sıtkı Hoca’nın yazdığı şiirlerden biri: Milli Mücadele sırasında Haymana Harbinde şehit olan oğlu Aliyyüddin içindir. Çektiği onca sıkıntı arasında en sevdiği evladını da kaybetmesi onu çok sarsmış, bu ağıtında bir taraftan dini bir tevekkül ile kendisini teselliye zorlarken, bazı mısralarında da bedbin isyankar feryatlar koparmaktan kendisini alamamıştır.


İbrahim (CEBECİ) Efendi

Mustafa Kemal Paşa’nın Havzadaki çalışmalarında O’na en yakın insanlardan biri olan İbrahim Efendi, Osmanlı dönemi Havzası’nın son Cumhuriyet dönemi Havzası’nın ilk Havza Belediye Başkanıdır.

 Belediye Başkanı olmasından dolayı Atatürk’ün Havza’ya gelişi ile ilgili hazırlıklarda ilçe Kaymakamı Fahri Beyle birlikte aktif görev alan CEBECİ, Paşa’nın Mesudiye Oteli’ndeki çalışmaları sırasında da neredeyse bütün mesaisini onunla birlikte geçirmiş, özellikle civar il ve ilçelerle Mustafa Kemal Paşa’nın ilişkilerini sağlayıp buralarla iletişimini canlı tutan en etkili kişi olmuştur.

 Milli Mücadele yıllarının Havzasında kent yaşamını düzenleyen idarecilerden biri olmasının yanı sıra herkesçe takdir edilen akıllı, kültürlü, güvenilir kişiliği ile şehrin ileri gelenleri arasında oldukça saygın bir yere sahip olan İbrahim Efendi, başta Pontus hareketine karşı Havza yöresinde geliştirilen mukavemet (karşı duruş) olmak üzere Kurtuluş Savaşımızın örgütlenmesine büyük katkıları olan   Milli Mücadele kahramanlarımızdan biridir.

 Havzadaki çalışmaları sırasında Mustafa Kemal Paşa tarafından muhaberat (haberleşme) ile görevlendirilen CEBECİ, ondan aldığı talimatla “Havza Belediye Başkanı” sıfatını kullanarak yurdun her yanına işgale karşı direnişin örgütlenmesi için çağrıda bulunmuştur. Atatürk’ün başta Havza Genelgeleri olmak üzere Havza da yaptığı hemen-hemen bütün yazışmaları İbrahim CEBECİ tarafından telgrafhane’ye taşınmış ve ilgili yerlere ulaştırılması sağlanmıştır.

 Havza’da ilk Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşuna da öncülük yapan CEBECİ, Milli Mücadelemizin ilk teşkilatı olan “Serdengeçti”lerin de komutanlığını üstlenerek bölgede faaliyet gösteren Rum çetelerine ve Zile de meydana gelen gerici ayaklanmaya karşı  verilen amansız bir mücadelenin baş mimarları arasındadır.

 Kurtuluş Savaşımızın zaferle sonuçlanıp Cumhuriyetin kurulmasından sonra yapılan ilk yerel seçimlerde Atatürk’ün talimatı ile Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan aday olarak Cumhuriyet döneminin ilk Havza Belediye Başkanı seçilen İbrahim Efendi yaşamı boyunca Cumhuriyet devrimlerinin yılmaz savunucusu olmuş, ölümüne kadar Atatürk ilke ve İnkılaplarına bağlı kalmıştır.      


Hasan Bayram (Çonoğlu) Efendi

Havza’ya çok hizmetleri olup Milli Mücadele yıllarının da en önemli kahramanları arasında yer alan Hasan Bayram ÇONOĞLU 1290 yılında Havza’da doğdu. Babası 1800’lü yılların Havza’sına damgasını vuran  en önemli isimlerden biri olan Hacı Mahmut(ÇONOĞLU) Ağa, annesi Hacı Hanım ÇONOĞLU’dur. Soy kütüğü araştırıldığında kökleri Selçuklu’lar döneminde bölgeyi Türkleştirmek için bu günkü Kamlık Köyü topraklarına yerleştirilen “Kanklık Aşireti”ne kadar dayanır.

Bayram Efendi, Mustafa Kemal’in Havza’ya gelişinden önce bölgede faaliyet gösteren Yurtsever Türk Çeteleri’nin hamisi olmasının yanı sıra Amasya-Sivas-Erzurum hattında bulunan tüm askeri ve sivil devlet erkanı ile çok güçlü ilişkileri olan yörenin en önemli şahsiyetlerinden biridir ..

Tıpkı hayırseverliği ile gönüllere taht kuran babası Hacı Mahmut Efendi gibi çevresinde sayılan sevilen bir kişi olması nedeni ile halk tarafından el üstünde tutulur. Sahip olduğu zenginlik başta zamanın un fabrikaları konumundaki büyük un kırma değirmenleri-ki bunlar adeta birer fakir ocağı gibidir-Milli Mücadele yıllarında tamamen ordumuza tahsis edilir.

Havza’da kaldığı süre  içerisinde zaman-zaman Mustafa Kemal Paşa’yı da konuk eden Bayram Efendi Konağı’ndan bir görünüm

Bu özellikleri nedeni ile Havza’nın ileri gelenleri arasında en ön saflarda yerini alan Bayram Efendi 25 Mayıs günü resmi bir sıfatı olmamasına karşılık Havza’da  Mustafa Kemali karşılayan heyetin lideri konumunda bulunur.                                                                     

Aynı zamanda aydın bir kişiliğe de sahip olan Bayram Efendi ile Mustafa Kemal Paşa çok kısa bir zamanda kaynaşırlar.

Havza’da bulunduğu süre içerisinde Mustafa Kemalin ilçe merkezi ve yöresi ile birlikte bölgedeki hemen-hemen tüm sivil halk önderleri ile ilişkilerini sağlayıp adeta Onun danışmanlığını üstlenen Bayram  Efendi tüm maddi olanaklarını da Mustafa Kemalin emrine tahsis ederek Milli Mücadelemizin örgütlenmesinde büyük yararlılıklar göstermiştir.

İlk mecliste milletvekili olarak bölgeyi temsil etmesi konusunda bizzat Mustafa Kemal Paşanın ısrarlı teklifleriyle karşılaşmasına rağmen O Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanı sıfatı ile bölgedeki örgütlenmenin başında kalmayı tercih etmiş yerine Teşvikiye Un Fabrikası sahibi Dr.Asım Bey’i önererek milletvekili olmasını sağlamıştır.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da Devlet Demir Yolunun Havza’dan geçmesini sağlamak için gönüllü müteahhitliğini üstlenen Bayram Efendi 10.08.1341 yılında vefat etmiştir.


“Atatürk’ü Havza’da ağırlayan Otelci”; Ali Baba

 Milli Mücadele yıllarında “Havza’da Atatürk’ü ağırlayan Otelci ve Atatürk’ün Havza’da hizmetindeki O’na en yakın adam” olarak adını Havza tarihine yazdıran Ali Baba aslen Darendelidir.

Ailesi İngiliz, Fransız ve Amerikan Tütün Şirketlerinin (rejisinin) bölgede büyük topraklar satın alarak bu topraklarda sadece tütün yetiştirilmek ve mahsulü kendilerine teslim etmek kaydı ile rençperlere dağıttığı yıllarda (19 yy. sonları) Havza’ya gelerek buraya yerleşmişlerdir.

Kendisi halen hayatta olan 100 yılı aşkın yaşı ile Havza’nın “Ulu Çınar”larından Sadık (KILINÇ) dede’nin anlatımına göre:

“Ali Baba’nın asıl mesleği berberlikti. Hacı Bektaş postnişini Cemalettin Efendi bölgeye 1917 yılında düzenlediği bir gezi kapsamında Havza’yı da ziyaret etti. Bu ziyareti sırasında Ali Baba’nın berber dükkânında tıraş oldu. Postnişinin toplumun belli bir kesimi tarafından kutsi kişi sayılması nedeni ile Cemalettin Efendi’nin saçının sakalının kıllarını yere düşürmemeye özen gösteren Ali Baba daha sonra bir havluya topladığı bu kılları cımbızla tek-tek ayırarak yörede yaşayan Alevilere ve Bektaşilere sattı. Bu “alış-veriş” onu adeta bir servet sahibi yapmıştı. İşte bu paralarla önce Maarif Oteli’nin işletmeciliğini aldı ve sonra Mesudiye Otelini kiraladı.”

http://www.havzaataturkevi.com

11 Ocak 2008 Cuma

Vahdettin Ölüm Fermanı Çıkarttı


Atatürk Samsun’a Ayak Bastı,
Vahdettin Ölüm Fermanı Çıkarttı!..

Her ülkenin tarihi geçmişi vardır. Bu tarih, geçmişinden gelen ve kahramanlıkları ile destanlar yaratan kurtarıcılarına aittir. İşin enteresan tarafı ise, o ülkelerin kurtarıcıları ve milli kahramanları, hep bir ağızdan şu ortak cümleyle bütünleşmişlerdir: “Dünya, her 100 yılda bir, kahraman yaratır. Maalesef o kahraman Türk milletinden çıkmıştır. O kahramanın adı da Mustafa Kemal Atatürk’tür.”

Bu ifade Türk milletini nasıl sevindirmez ki?..

Bu ifade Türk milletinin milli gururunu nasıl okşamaz ki?..

Ama görülüyor ki bugün, halâ Atatürk’ü milli kahraman olarak kabullenemeyen ve “Bir yanlışın peşinde olan” bazı düşüncelerin varlığını görüyoruz. Oysa bunun böyle olmadığını, pekala bilmekteyiz.

Nasıl mı?..

Örneğin son günlerde Atatürk için “Atatürk, Kur’an üzerine el basıp şu yemini etti” başlıklı bir belgenin paylaşım sitelerinde paylaşıldığını gördük. O belgenin içinde ne yazıyordu diye açıp okuduk. Okuduğumuz ise aynen şuydu: “...Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’yı, Osmanlı Ordusu’nun dağıtılması sürecini denetleme ve asayiş için görevlendirmeye karar veriyor. Vahdettin, Atatürk’e, üstleneceği görevi layıkıyla yerine getireceğine dair yemin ettiriyor. Yıldız Camii’ne gelen Mustafa Kemal, cuma selamında, 15 Mayıs 1919’da, Kuran-ı Kerim’e el basıp yemin ediyor...” Ve arkasından belge, şu ifadelerle noktayı koyuyor: “Sadrazam Paşa, Yaver Paşa padişahın iki tarafında birer adım gerisinde idiler. Mustafa Kemal Paşa askeri duruşuna dini bir edâ dahi vererek ilerledi ve sağ elini Kuran-ı Kerim’in üzerine koyarak şu yemini eyledi. ‘Heyet-i Vükelaca tanzim olunup Padişah Hazretlerinin iradesine sunulan yirmi bir maddelik özel talimatta bana verilen yetkiler doğrultusunda padişah hazretlerimizin Anadolu vilayetlerindeki bütün mülki ve askeri memurlar üzerindeki teftiş ve tetkikat görevimi, padişah hazretlerinin müsaadeleri doğrultusunda iftiharla ve sahip olduğum yetkiler doğrultusunda tüm sadakatimle yapmaya gayret edeceğime vallâh billâhi.”

Vahdettin’in “Osmanlı Ordusunu Dağıt” Demesi Teslimiyet Değil Mi?..

Şimdi gelelim işin hakikatine.

SORU: Osmanlı’nın başı, o belgede Atatürk’e ne demiş: “Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’yı, Osmanlı Ordusu’nun dağıtılması sürecini denetleme ve asayiş için görevlendirmeye karar veriyor...” demiş.

CEVAP: Osmanlı padişahı, Atatürk’e “Osmanlı Ordusu’nun dağıtılması görevini vermiş. Yani, Anadolu’da vatanperver Türkler’le “Bir ordu kur” dememiş...

Bu belgeye karşı bir de biz soralım: “Atatürk Osmanlı Ordusu’nu padişahın fermanıyla dağıtmış olsaydı, o zaman Milli Mücadele nasıl başlayacaktı?.. Veya kim başlatacaktı?.. Hangi ulusla başlatılacaktı?.. Şu asla unutulmasın ki İngilizler, Anadolu’da yer yer meydana gelen direnişlerden oldukça rahatsızdılar. Padişaha da oldukça baskı yapmaktaydılar. O dönemde İngilizlere kim “Dur” diyecekti?.. Ayrıca... Yemin meselesinde Atatürk’ün yemini ve Kur-an’a el basması olayı her ne kadar savunulmuş olsa da... “Padişahın, ‘Git Osmanlı Ordusu’nu dağıt” fermanı karşısında Atatürk’ün kararlı duruşunu bozmadan, (Her türlü siyaseti ve politikaları da uygulayarak)... Padişahın kafasında bir soru işareti bırakmamak için o yemini de ederek Samsun’a çıkışı neden düşünülmez acaba?..


Birkaç Soru Daha Var:

1– Vahdettin, Atatürk için “vatan hainidir” diye ferman çıkarıp idam edilmesini istememiş miydi?..

İstemişti.

2– Ölüm fermanının dağıtılması için İngiliz uçaklarının Anadolu şehirlerinde uçtukları nasıl açıklanacak?..

3– Başka bir iddia: “Kurtuluş Savaşı, Atatürk tarafından Vahdettin için başlatıldı” deniyor. Peki, Vahdettin neden Kuvay-ı Milliyecilere karşı tavır koydu?..

Niçin İngilizlerden yana durum sergiledi?..


Atatürk Ve Arkadaşları İçin Verilen, Padişahın Ölüm Fermanı Aynen Şudur...

Dosya Tasnifi
Harbiye-Divan- Harp
DOSYA No : 70
Harbiye Nezareti
Adliye-i Askeriye Dairesi Şubesi
Nüsha : 705
PADİŞAH BUYRUĞU

Mehmet Vahidüddin

“Kuva-yı Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla, anayasaya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan, Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Eski yirmi yedinci fırka kumandan miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey, Eski yirminci kolordu kumandan Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile Eski Vashington (Washington) elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanımın, ayrıntıları 11 Mayıs 1336 (1920) tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzere, Mülkiye Ceza Yasası’nın kırk beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı maddesi uyarınca, sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, her türlü resmi unvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, halen firarda bulunmaları dolayısıyla yasa hükümleri gereğince mallarının haczedilerek, usulüne göre yönetilmesine ilişkin İstanbul bir numaralı sıkıyönetim mahkemesi tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak üzere onaylanmıştır. Bu Padişah Buyruğu’nu yürütmeye Harbiye Nazırı görevlidir. 24 Mayıs 1336 (1920) Sadrazam ve Harbiye Nazır Vekili DAMAT FERİT”

Acaba Atatürk’ün yemin etme olayını, Vahdettin’in “Git Osmanlı Ordusunu Dağıt” emrini verirken... Yine aynı Atatürk’ün Osmanlı Ordusunu dağıtmayıp, aksine yeni bir Milli Türk Ordusu kurması neden düşünülmez?..

Veya bir de şöyle düşünülse: “Atatürk Anadolu’da padişahın desteğiyle çıktı ve Anadolu’da direnişçilerle yeni bir Türk Ordusu kurdu” diyelim. Peki o halde, hem Atatürk için ve hem de yanında Milli Mücadeleyi ve kendisini destekleyen arkadaşları için padişah neden “ölüm fermanı” verdi... İngiliz uçaklarıyla Anadolu’da “ölüm fermanı”nı niçin dağıttırdı?..

Milli Mücadele yıllarında padişah neden Anadolu’ya kaçarak Atatürk’le beraber olmadı?..

Öyle değil mi?..

Bize sorarsanız, Osmanlı’nın çöküş devrine rastlayan ve o dönemin padişahı olan Vahdettin, çok talihsiz bir zamanda padişahlık yapmıştır. Hele ki dünya savaşı sonrasında Osmanlı’yı modernize ederek bilim ve sanayi dalında büyük atılımlar yaptırabilmiş olsaydı... Osmanlı’nın cihan hanedanlığı daha yüzyıllarca devam edebilecekti.

Ama olmadı.

Sınırı belli olmayan Osmanlı’nın, istila güçleri karşısında daraltılmış küçük bir Osmanlı sınırının varlığı daha ne kadar ayakta kalabilirdi?..

Kim ne derse desin “tarihi belgeler” adı altında gün yüzüne çıkarılan ve Türk Milli Tarihini baltalamak için sürekli arayış içinde olan Batı’nın ve Ortadoğu’nun milli mücadelesi Atatürk’ün başarılarının 10’da biri dahi olamaz. Bunu çok iyi bilmekteler.

Ayrıca Atatürk’ün Kur’an-ı Kerim’e el basması bugün bazı kesime ne kadar tuhaf geliyorsa –Ki geliyordur– aynı şekilde 100 yıla varan Türk Milli Tarihinin böylesine coşkulu ve böylesine Milli Mücadelelerle geçen yılların Atatürk tarafından laiklik ve cumhuriyet yapısıyla taçlandırılmasına Batı alemi ve Ortadoğulu aşiretler hayretle bakmaktadır.

Bugün “Arap Baharı”nı gerçekleştirmek için halâ kardeş kanı dökenler, Atatürk ilke ve inkılaplarını (geç de olsa) yarın -öbürgün mutlaka kendine örnek alacaklardır. Biz Türkler Osmanlı’ya sahip çıktığımız kadar... O tarihi, Atatürk ilke ve inkılaplarıyla daha da perçinliyoruz. Kimse tarihini inkar etmiyor. Ama Atatürk’ün askeri ve siyasi başarılarını ve Türkiye’yi modern dünyaya entegre edişini de unutmamalıyız.

“Ne mutlu Türk’üm diyene” söylemi, Türkiye üzerinde oynanan bütün Batı, Doğu ve Ortadoğu oyunlarını bozacak güçtedir.

/Ökkeş Ağaoğlu
http://www.amerikaliturk.com/news/yazarlar/oekkes-agaoglu/25898-atatuerk-samsuna-ayak-basti-vahdettin-oeluem-fermani-cikartti/

10 Ocak 2008 Perşembe

Atatürk'ün Samsun'a Çıkışı ile İlgili İlginç bir Belge



Zaman Gazetesi yazarı ve Derin Tarih Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Armağan, Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışıyla ilgili iddialarda bulundu. Armağan yazısında 'Atatürk Samsun'a kaçarak mı gitti?' sorusuna cevap arıyor

Osmanlı'nın hayaleti, hani şu var mı yok mu belli olmayan UFO'lar gibi bir kere daha göründü ufkumuzda. Baksanıza, Sultan Vahdettin'in "hain" olup olmadığını yeniden tartışmaya başladık.

Geçtiğimiz hafta, önce Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı tarih kitaplarının gözden geçirileceğini açıkladı. Ardından Mehmet Ali Şahin, Son Padişah'la ilgili "vatan haini" hükmü devam ediyorsa tarih kitaplarının değiştirilmesini istedi. Derken Nur Serter girdi devreye ve bunların Cumhuriyet değerlerine savaş açmak anlamına geldiğini, gelişmeleri "elem verici" bulduğunu söyledi.

Peki, Nur Serter'e elem vermemek için tarihçiler ne yapmalı? Yatıp kalkıp Nutuk mu okumalılar? Öyle yapılmalıymış! Son incisi de şu: Nutuk, "gericilerin kafasına düşen bir tuğla" imiş!

Tuğlanın kimin kafasına düştüğü belli.

Nutuk'un inkılap tarihçiliğimizin kafasına düşen büyükçe bir tuğla olduğunu da söyleyebiliriz.


İngilizlerin Manda Teklifine Ne Cevap Verildi

Ders kitaplarından örnek vermek çok hoşlandığım bir iş değildir ama derdimi anlatabilmek için mecburum.

Şimdikilere göre epeyce ayrıntılı olan Afet İnan'ın "Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi"ne aldığı 22 Mayıs 1919 tarihli raporda Mustafa Kemal Paşa'nın "Millet birlik (yekvücut) olup, hâkimiyet esasını ve Türk duygusunu hedef tutmuştur." diyerek Osmanlı hükümetine çok açık bir ifade ile kurtuluş hareketinin birliğe, millî egemenliğe ve Türk milliyetçiliği fikrine dayanacağını bildirdiği yazılı.

Ancak Başbakanlık Arşivi'ndeki belgenin fotokopisini okuyunca meselenin o kadar net olmadığını anlıyorsunuz. Buna göre, Mustafa Kemal Paşa kurmay subaylarından birkaç kişiyi Samsun'daki İngiliz subaylarıyla görüştürüyor. Manda teklif eden İngilizlere şu cevap verilmiş:

"Türklüğün ecnebi idaresine tahammülü olmadığı, İngilizler gibi en medenî ırklardan müşavir ve teşkilatçı olarak zevat-ı mütehassısa ve marufenin hüsn-i kabul göreceği..."


Atatürk Mandacılarla Görüştü Mü

Böylece Samsun'a çıktıktan 3 gün sonra Mustafa Kemal Paşa'nın

1) İşgalci İngilizlerle görüştüğü (subayları vasıtasıyla görüştüğünü söylüyor ama Hüsrev Gerede gibi kurmayları kendilerinin görüşmediklerini yazıyor; kim doğruyu söylüyor?),

2) Yabancıların mandasına karşı olduklarını ve

3) İngilizleri en medeni "ırklar"dan kabul ettiklerini, onlardan danışman ve teşkilatçı olarak uzman ve meşhur kişilerin alınmasının iyi karşılanacağını söylediği veya söylettiği anlaşılıyor.

Afet İnan'ın sözünü ettiği cümlenin orijinali ise şu şekilde:

"Türklüğün (...) Hakimiyet-i milliye esasını, Türk duygusunu hedef ittihaz ile hükümet-i hâzıraya bütün ruh ve vücuduyla mûti ve münkâd bulunduğu sırasıyla teşrih edilmiş(tir)."

Bektaşi fıkrasındaki tarzda Kur'an okumaktan ne farkı var bunun? "Hedef tutmuştur"dan sonrasını okumayınca cümlenin bir anlamı kalmıyor ki! Türklüğün Damat Ferid Paşa hükümetine bütün vücut ve ruhuyla itaatkâr (mûti') ve boyun eğmiş (münkâd) olduğunu söyleyen kısmını kesiyorsunuz ve bu da tarihçilik oluyor!

Doğrusunu yazsa insanlar onu Samsun'a gönderen sadrazamın Damat Ferid olduğunu öğrenecekler çünkü. Hain birinin bir kahramanı nasıl gönderdiğini sorarsa okur, ne cevap verilecek? O da onu hain biliyordu mu? Güldürmeyin Allah aşkına!


Samsun'a İngiliz Vizesi

1991 yılının 19 Mayıs'ında "Zaman" gazetesi yayınlayana kadar Mustafa Kemal'in Samsun'a İngiliz vizesiyle gönderildiğine dair belgeler yoktu. O gün gazetemizin ilk sayfası belgeyle doluydu ve manşet şuydu: "Samsun'a İngiliz vizesi."

Şimdilerde ortalıkta bu belgeleri ilk ben yayınladım diye gezinen şahıstan tam 7 yıl önce Kâzım Karabekir'in damadı Faruk Özerengin, Vehbi Vakkasoğlu'na belgeleri sızdırmış, o da "Zaman" gazetesini tercih etmişti. Bu gerçekten de bir ilkti. (Ondan tam 2 yıl önce de "Zaman"ın manşetinde yine bu konu vardı: "Atatürk Samsun'a İngiliz vizesiyle gitti.")

İngiliz vizesini almadan gitmesi mümkün değildi ki. Mantık yürüterek bile bunun böyle olduğu sonucuna ulaşılabilirdi ama bir tarih mantıkla yazılmaz, belgeyle yazılırdı. O zamana kadar neden bu vize konusu üzerinde durulmamış ve belgeler yayınlanmamıştı?

Haksızlık yapmayalım, mesela Genelkurmay Başkanlığı'nın yayınladığı "Harp Tarihi Vesikaları Dergisi"nin Eylül 1952 tarihli ilk sayısında bazı belgeler yayınlanmıştı. Ancak doğrudan Nutuk'u zor duruma düşürecek belgelere yer verilmemişti.

Oysa ne kaçarak gidilebilirdi Samsun'a, ne de dümeni kırık, pusulası bozuk bir tekneyle. Hazırlıklar inceden inceye planlanarak ve eksikler giderilerek yola çıkmıştı Bandırma gemisi.


İşte Mustafa Kemal'in İstekleri

Elimizdeki belgelerden biri özellikle ilginçtir.

Tarih 13 Mayıs 1919. Henüz İzmir işgal edilmemiş. İstanbul'dan yola çıkışına 3 gün varken M. Kemal Paşa, Harbiye Nezareti'nden 4 şey istemektedir.

1) 7 Mayıs'ta istediği karargâh mensuplarının üç aylık tahsisatlarının şimdiden ve buradan ödenmesi,

2) Müfettişlik görevi sırasında ortaya çıkabilecek olağanüstü masraflar için 6 Mayıs'ta para istenildiği halde henüz karar verilmemiştir. Karar verilip hesaplanarak kendisine bir miktar meblağ ödenmesi,

3) En az iki binek otomobil temini,

4) Kendisine verilecek tahsisat ile karargâhının "seferî karargâh" olarak kabul edilmesi hakkında ayın 12'sinde bir başvuruda bulunduğunu ama bu konunun da henüz işlemden geçmediğini, bir an önce geçirilmesi.

Ancak istekleri yerine getirildikten ve maiyetindekilerin paraları nakden ödendikten üç gün sonra yola çıkacağını söyleyen Mustafa Kemal Paşa'nın hâlâ İstanbul'dan kaçarak gittiğini tekrarlayanlar varsa denilecek bir şey yok.


İstekleri Gerçek Oldu

İşte bir belge daha. Tarih 1 Haziran 1919. Meclis-i Vükela müzakerelerine mahsus tutanakta şu bilgileri okuyoruz:

"Mustafa Kemal Paşa ile refakatindekilerin tahsisat ve harcırahları Harbiye Nezareti bütçesinden verilecekse de, seyyar olarak görev yapacaklarından bazı masrafları olacaktır.

Bu sebeple normal tahsisatlarına yarım maaş eklenmesi uygun görülmekteyse de, bütçede bu paranın bir karşılığı bulunmadığından aylık tahsisatlarının yarısı olan 57.269 kuruşun beklenmedik masraflar kaleminden ödenmesine..."

Belgeler devreye girince çok başka bir tarih çıkacak karşımıza. Emin olun. Devrimci Che Guevara bile gerçeği yalandan ayırmayı bilmiş, biz bilememişiz. Şöyle demiş:

"Bir yalan, hangi amaç için söylenmiş olursa olsun, her zaman, en kötü gerçekten daha kötüdür."

http://ekonomi.dunyabulteni.net/kultur-sanat-tarih/133109/ataturkun-samsuna-cikisi-ile-ilgili-ilginc-bir-belge

9 Ocak 2008 Çarşamba

Belgeler Vahdettincileri Yalanlıyor



Yazar Alev Coşkun, ‘Tarihi Unutmamak Günceli Yakalamak’ kitabında tarihimizin kimi tartışmalı konularını güncel siyaseti de dışlamadan yorumlayan yazılar yazdı. Bunlardan birisi Atatürk’ün, Osmanlı padişahı tarafından Anadolu’ya gönderiliş sürecidir. Bugünlerde özellikle bazı TV kanallarında Padişah Vahdettin’in, Atatürk’ü Anadolu’ya milli mücadeleyi örgütlemesi için gönderdiği konusunda çeşitli iddialar ortaya atılıyor. Acaba öyle mi? Olaylar ve belgeler ne diyor?

Öncelikle, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından 14 gün sonra 13 Kasım 1918’de, 55 parçadan oluşan İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan savaş gemileri İstanbul’a girdiler. Boğaz’a demir attılar, toplarının ağızlarını Dolmabahçe Sarayı’na çevirdiler. (Tarih: 13 Kasım 1918)

On gün sonra Padişah Vahdettin, İngiliz The Daily Mail gazetesinin muhabiri Ward Price’ı sarayda kabul etti ve şunları söyledi: (Tarih:24 Kasım 1918)

İngiliz gemileri Boğaz’a demir atmış, emperyalist güçler İstanbul’u işgal etmiş, padişah İngiliz gazetesine ”İngiliz milletine hayranlığını” belirten açıklama yapıyor. Bu arada zaman geçti, Karadeniz bölgesindeki Pontus çeteleri ile yerel kuvayı milliyecilerin çatışmalarını incelemek ve durdurmak amacıyla Mustafa Kemal 3 Ordu Müfettişi ünvanıyla ve Padişah Vahdettin’in onayladığı bir kararname ile yetkilendirildi ve Samsun’a gönderildi.

Mustafa Kemal bir süre sonra Anadolu içlerine doru hareket etti ve Havza’ya geçti. Anadolu’ya geceli henüz 20 gün olmuştu. Havza’daki askeri depoda bulunan silahları halka dağıttı, ayrıca İstanbul’a gitmekte olan on bin silah mekanizmasına el koydu. İngiliz’ler uyandılar. Ertesi gün İstanbul’daki İngiliz komutanı Amiral Calthorpe, Osmanlı Devletine resmi bir yazı yazarak “karışıklık çıkaranların başını Mustafa Kemal çekiyor, derhal geriye çağırılsın” dedi. (Tarih: 8 Haziran 1919)

Aynı gün, Osmanlı Devletinin Harbiye Nazırı, Mustafa Kemal’e telgrafla emir vererek derhal İstanbul’a geri dönmesini istedi.

İddia: Mustafa Kemal’i Anadolu’ya Milli Mücadeleyi örgütlemesi için Padişah Vahdettin gönderdi.

Soru 1. Madem Padişah gönderdi, İngiliz Amiralinin isteği üzerine kendisine bağlı hükümet neden onu geri çağırıyor?

Olayların gelişmesini adım adım sürdürelim:
Mustafa Kemal, Harbiye Nazırının bu geri çağırma kararına karşı, hemen doğrudan Padişah Vahdettin’e bir telgraf çekti. İstanbul’da İngilizlerin emrindeki kişilerin kendisini geriye çağırdığını, bunlara müdahale edilmesini arz etti. Padişah bu telgrafa cevap vermedi. (Tarih:11 Haziran 1919)

Mustafa Kemal, Havza’dan Amasya’ya geçti ve ünlü Amasya Bildirisini yayınladı. Bu bildiride “Vatan milletin azim ve kararı ile kurtulacaktır” dedi. (Tarih:22 haziran 1919)

Ertesi gün, Osmanlı Devleti Bakanlar Kurulu bir karar alarak, Mustafa Kemal’i azletti. Tüm Anadolu’daki illere ve ilçelere Mustafa Kemal’in hiçbir resmi sıfatı kalmamıştır, emirlerine kesin olarak uyulmamalıdır” diyerek genelge gönderdi.

Dikkat, Mustafa Kemal, Anadolu’ya geceli henüz bir ay, 4 gün olmuştur. Mustafa Kemal bu görevden alınış karşısında, Padişah’a sığınmak istedi. Kendisinin göreve Padişah iradesiyle atandığını, bu nedenle kendisini görevden alacak makamın da Padişah olacağını bildirdi. (Tarih:23 Haziran 1919)

Aynı gün Amiral Calthorpe, Londra’da Dış İşleri Bakanı Lord Curson’a gönderdiği iletide, ”Mustafa Kemal Samsun’a varışından beri milliyetçi akımın merkezi haline gelmişti ama görevden alınmıştır” diye yazdı (Bakınız: Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, TTK,s.45)

İddia: Padişah Vahdettin Mustafa Kemal’i Anadolu’ya Milli Mücadeleyi teşkilatlandırması için gönderdi.

Soru 2. Madem bu amaçla gönderdi, Padişaha bağlı Bakanlar Kurulu Mustafa Kemal’i görevden alırken neden müdahale etmiyor? Neden kendisinin gönderdiği bir komutanı korumuyor?

Olayların gelişmesine belgelere dayanarak sürdürelim.

Amasya’dan ayrılan Mustafa Kemal Erzurum’a geldi. Birkaç gün sonra gece Harbiye Nazırı tarafından telgrafhaneye çağrıldı. O tarihte tek iletişim aracı telgrafla oluyordu. Harbiye Nazırı Ferit Paşa, Mustafa Kemal’e Padişah’ın derhal İstanbul’a dönme emrini teblig etti. Mustafa Kemal Erzurum’dan ayrılmayacağını söyleyince kendisine Padişahın emriyle görevden azledildiği ve rütbelerinin alındığı bildirildi. (Tarih:7/8 Temmuz 1919 gece yarısı)

Bu görevden alma Osmanlı Devletinin Resmi Gazetesi TAKVİMİ VEKAYİ’‘de yayınlandı. Aynen şöyle:
”3.Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın memuriyetine hitam(son) verilmiştir. İmzalar: Harbiye Nazırı Ferit, Sadrazam Vekili Şeyhülislam Sabri, Tastik, Padişah Vahdettin” (Tarih: 8 Temmuz 1919)

İddia: Mustafa Kemal’i Anadolu’ya Milli Mücadeleyi örgütlemesi için Padişah Vahdettin gönderdi.

Soru 3. Madem Padişah gönderdi neden geriye çagırıyor, sonra da görevden azlediyor. Görevden almayla ilgili Bakanlar Kurulu kararının altına Padişah neden onay imzasını atıyor?

Dikkat, Mustafa Kemal Anadolu’ya geceli henüz 50 gün olmuştur.

Mustafa Kemal hemen askerlikten istifa etti ve bir fert olarak millete döndü. Erzurum Kongresini topladı, kararlar alındı. İstanbul Hükümeti boş durmuyor, bütün Anadolu’ya Mustafa Kemal’i isyankar ve asi olarak ilan ediyordu. En sonunda Mustafa Kemal askerlikten istifa ettiği halde O’nun bütün rütbelerinin elinden alınmasına İstanbul hükümeti karar verdi, bu kararı da Padişah Vahdettin onayladı. (Tarih: 9 Ağustos 1919)

İşin ilginç noktasına bakınız: İddiaya göre Anadolu’ya Padişah tarafından gönderilen Mustafa Kemal’in tutuklanmasına padişaha bağlı hükümet karar veriyor, bu yetmiyor, şimdi de bütün rütbeleri, fahri yaverlik unvanı madalya ve nişanları geri alınıyordu. Padişah da bu kararı onaylıyordu. Bu nasıl milli mücadeleyi görevlendirmedir diye sormazlar mı? Bunlar da yetmez... İdam edilmelidir.

Bu görevden alma ve rütbelerin sökülmesinden 10 ay sonra, İstanbul’da kurulan özel mahkeme “Divan-ı Harp” yokluğunda, gıyaben Mustaf Kemal’i yargıladı. Mustafa Kemal’i idama mahkum etti. (Tarih.11 Mayıs 1920)

Doğaldır ki, diyeceksiniz ki, Padişah’ın haberi olmadan İngiliz işbirlikçileri Mustafa Kemal’i yargılamışlardır, idama mahkûm etmişlerdir. Padişah onu Anadolu’ya gönderdiğine göre, bu mahkeme hükmünü derhal iptal etmiştir.

Hayır öyle olmadı. Bu idam hükmü Padişah’a sunuldu ve Vahdettin Mustafa Kemal’i idam kararını onayladı. (Tarih:24 Mayıs 1920) (Belge: Atatürk’le ilgili Arşiv Belgeleri No: 82 ve 83)

Soru 4; Madem Mustafa Kemali Padişah Vahdettin gönderdi neden idam ediyor?
Şimdi, Vahdettinseverler, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya Milli Mücadeleyi örgütlemesi için gönderdi diyerek TV’lerde avaz avaz bağıranlara sormak gerekmez mi?

Böyle şey olur mu? Padişah hem milli mücadeleyi örgütlemesi için bir Paşa’yı Anadolu’ya gönderiyor, sonra görevinden alıyor, sonra rütbe, nişan ve madalyalarını geriye alıyor... Ama bu da yetmez deyip, idama mahkûm ediyor.

Bu kadar belge ortada iken, ya bu Vahdettinseverler okumuyorlar, yüzeysel bilgilere sahipler, yada herkesi aptal, cahil sanıyorlar. Herkesi kandırabileceklerini sanıyorlar.

(Bu yazı Alev Coşkun’un ‘Tarihi Unutmamak-Günceli yakalamak’ taşıyan kitabındaki “Hain Başka Türlü Nasıl Olunur? Gerçekler-Belgeler” adlı inceleme makalesinden özetlenerek alınmıştır.)

/Yalçın Bayer
29 Ekim 2013
http://www.hurriyet.com.tr/belgeler-vahdettincileri-yalanliyor-25000390

8 Ocak 2008 Salı

Samsun Yolculuğu


Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun yolculuğu,
Vahideddin’in Resmî Gazete’deki
Bu Emrinden Sonra Yapıldı

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun yolculuğu bir devlet operasyonu olarak düzenlenmiş, Sultan Vahideddin ile Sadrazam Damad Ferid Paşa gelişmelerden günü gününe haberdar edilmişler, hattâ Mustafa Kemal’in Samsun’a tayin emri o devrin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekayî’de 5 Mayıs 1919’da yayınlanmıştı. Sultan Vahideddin ile Ferid Paşa’nın imzalarının bulunduğu bu tayin emri, basınımızda ilk defa bugün yer alıyor

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun yolculuğu ile ilgili olarak ders kitaplarımızda birkaç sene öncesine kadar, çoğu gerçekle alâkası olmayan yanlış bilgiler yer alırdı.

Hatalı bilgilerden bazıları yolculuğun “gizli” ve “tehlikelerle dolu” olduğu, Paşa ile arkadaşlarını Samsun’a götüren “Bandırma” adındaki köhne vapurun pusulasının bile bulunmadığı, Karadeniz’de cirit atan İngiliz savaş gemilerine görünmemek için geceleri geminin ışıklarını yakmadıkları ve teknenin kıyıya yakın seyrettiği şeklindeydi.


Padişah Her Şeyi Biliyordu

Halbuki, yolculuk öyle olmamıştı... Gizli falan değildi, bir “devlet operasyonu” şeklinde hazırlanmış, zamanın padişahı Sultan Vahideddin ile sadrazamı Damad Ferid Paşa her aşamada herşeyden haberdar edilmişlerdi. Resmî yazışmalar gizli değil, açık yapılmış ve devletin elindeki en rahat gemilerden olan Bandırma da bu yolculuğa tahsis edilmişti. Hattâ, Mustafa Kemal’in Samsun yolculuğunun resmî maksadı olan 9. Ordu Müfettişliği’ne tayini hakkında Sultan Vahideddin ile Sadrazam Damad Ferid ve Harbiye Nâzırı yani Savaş Bakanı Şakir Paşalar’ın imzalarını taşıyan emir de 5 Mayıs 1919’da o devrin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekayî’de yayınlanmıştı.


Atatürk'ün Son Fotoğrafları!

Bütün bunlar, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun dosyasındaki belgelerde ayrıntıları ile yazılı idi ve Samsun evrakı, yani Paşa’nın Samsun yolculuğu ile alâkalı bütün belgeler 1919’da İstiklâl Savaşı’nın kahramanlarından Kâzım Karabekir Paşa’ya intikal etmiş, daha sonra Paşa’nın ailesi tarafından muhafaza edilmişti. Daha önceleri sadece birkaçı yayınlanmış olan belgelerin tamamının kopyalarını Paşa’nın damadı rahmetli Prof. Faruk Özerengin’den 1990’ların başında almış ve hepsine 1998 Kasım’ında çıkarttığım “Şahbaba”da yer vermiştim. Samsun yolculuğu hakkındaki yanlış bilgiler bu yayından sonra doğru hâle gelmiş ve ders kitaplarında da değişiklikler yapılmıştı.

Bugün, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışının 96. yıldönümü münasebeti ile, daha önce yayınlamadığım bir belgeye yer veriyorum: Paşa’nın 9. Ordu Müfettişliği’ne tayini hakkında Sultan Vahideddin’in yukarıda sözünü ettiğim emrinin yayınlandığı o zamanın resmî gazetesine...


Resmî Gazete’de Yeraldı

Mustafa Kemal Paşa’nın tayin emri Hicrî 4 Şaban 1337 ve Rumî 5 Mayıs 1335, yani Milâdi 5 Mayıs 1919 tarihli ve 3540 sayılı “Takvim-i Vekayî”nin ilk sayfasında ilk karar olarak yeralıyor ve emirde şöyle deniyor:

“Mülga (lâğvedilmiş, kaldırılmış olan) Yıldırım Grubu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa, Dokuzuncu Ordu Kıtâatı (kıt’aları) Müfettişliği’ne tâyin edilmiştir. İşbu irâde-i seniyyenin (padişah emrinin) icrâsına Harbiye Nâzırı (Savaş Bakanı) memurdur. 29 Receb 1337, 30 Nisan 1335 (30 Nisan 1919). Mehmed Vahideddin (üstte). Harbiye Nâzırı Şakir, Sadrazam Damad Ferid”.

/Murat BARDAKÇI
http://www.haberturk.com/gundem/haber/1080107-samsun-yolculugu-vahideddinin-resm-gazetedeki-bu-emrinden-sonra-yapildi

6 Ocak 2008 Pazar

M. Kemal Paşa’yı Anadolu’da İlk Karşılayanlar



19 Mayıs 1919’ da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’ yı Anadolu’ da ilk karşılayanlar arasında din adamları da bulunuyordu.

Şimdi, o günkü olaylara tanık olanların anlattıklarına bir göz atalım:

“…Hasta olan mutasarrıf evinden çıkmadığı için 9 ncu Ordu Müfettişi’ni karşılamaya gelmedi. Belediye Reisi yok. Vekâlet eden kişi de Çarşamba’ da arazisinin bulunduğu köydedir. Belediye Meclisi’nden bir kişi, Hacı Molla, Mustafa Kemal Paşa’ ya şehir namına ‘Hoş geldiniz’ dedi.”

“…Mustafa Kemal Paşa, 25 Mayıs 1919 akşamüstü Havza’ ya geldi. Ertesi günü, başlarında ulemadan Hacı Mustafa Efendi’ nin bulunduğu bir heyet kendisini ziyaret ederek memleket meseleleri hakkında görüşmelerde bulundular. Bu kişiler diğer bir gece, Belediye Reisi’ nin evinde toplanarak Müdafaa-i Hukuk Heyeti’ ni kurdular.”

9 ncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, karargâhıyla Amasya’ ya geldiği 15 Haziran 1919 günü kendisini karşılayanların başında Müftü Tevfik ve Vaiz Abdurrahman Kâmil Efendiler bulunuyordu.

Mustafa Kemal Paşa’nın karargâhında bulunan Binbaşı Hüsrev (Gerede) Bey, karşılamayı şöyle anlatmaktadır:

"…En gönülden ve coşkun karşılama Amasya’ da oldu. Başlarında Müftü Efendi’ nin olduğu beldenin mümtaz heyeti bizi şehrin dışında karşıladı. Saraydüzü’ ndeki bu merasim Paşa’ nın gözlerini yaşarttı. Müftü Efendi’ nin itimat telkin eden beşuş ve nuranî çehresiyle ilerleyerek Paşa’ ya yüksek sesle:

– Paşam… Bütün Amasya emrinizdedir. Gazanız mübarek olsun, dedi.

Asla beklemediğimiz bu hitap, aynı zamanda istikbalin teşhisi idi. Peşinden elini uzatan bu mübarek insanın elini öpmek ister gibi eğildi. O üzerinde üniforması olan Anafartalar kahramanını muhabbetle kucakladı ve yanında bulunanları birer birer tanıttı. Millî Mücadele’ de ilk defa bütün bir şehir safhalarını öğrenme ihtiyacını duymadan, çetinliği besbelli vatan kurtuluşu mücadelesinin bayrağını açma kararındaki bir evlâdının safına katılıyor ve bunu mübarek bir din adamının rehberliği, delâleti, öncülüğü ile yerine getiriyordu.”

Müftü Efendi’nin sağladığı huzur, güven ve olanaklar sayesinde Misak-ı Millî’nin temeli olan tarihi Amasya Protokolü, 21 Haziran 1919’ da burada yayınlandı.

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’ a varmadan Ilıca’ da bir heyet tarafından karşılandı. Bu heyetin başında Vilayat-ı Şarkiyye Müdafaa- i Hukuku Milliye Erzurum Şubesi Başkanı Raif Hoca vardı.

Sivas’ta da Mustafa Kemal Paşa’ yı ilk karşılayanlar arasında Müftü Abdurrauf Efendi bulunuyordu. Müftü Efendi’nin bu konudaki çalışmalarını Vali Reşit Paşa, hatıratında şöyle anlatmaktadır:

“…Sivas Kongresi’nin hazırlıklarıyla, Kolordu Komutanı Miralay İbrahim Tali Bey, sabık Mebus Rasim Bey, Müftü Abdurrauf ve Emir Paşa gibi kişiler meşgul oluyorlardı. Müftü, Erzurum yolcularını parlak bir karşılama merasimi yapmak vazifesini almıştı. Cübbesinin eteklerini toplayarak ev ev, dükkân dükkân dolaşıyordu.”

Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas’ta oturup dinlenebileceği, çalışacağı ve yatacağı odaya konacak eşyayı Müftü Abdurrauf Efendi ve arkadaşları evlerinden getirmişlerdi.

Mustafa Kemal Paşa, 2 Eylül 1919’ da, Kongre için Sivas’ a gelmişti. Paşa, Kongre sonrası da bu kentte kalarak çalışmalarını 18 Aralık 1919 tarihine kadar buradan sürdürdü. Bu tarihte Mustafa Kemal Paşa, Rauf (Orbay) Bey, Büyükelçi Ahmet Rüstem, Mazhar Müfit (Kansu) Bey, Hakkı Behiç beyler ve diğer çalışma arkadaşlarından oluşan Heyeti Temsiliye, Ankara’ ya gitmek üzere şehirden ayrıldı. Heyet, 19 Aralık 1919 günü akşamüzeri Kayseri’ ye ulaştı.
(...)

/Ahmet AKYOL
http://www.ahmetakyol.net/m-kemal-pasayi-anadoluda-ilk-karsilayanlar/

5 Ocak 2008 Cumartesi

19 Mayıs’ta Samsun’a Çıkanların Torunları Anlatıyor



19 Mayıs Gibi Bir Başarımız Var

Mustafa Kemal Paşa ile Samsun’a çıkan Topçu Binbaşı Kemal Doğan’ın kızı Ayfer Neyzi: “Bugün ülke bitti diye yakınanlara hiç hakkınız yok diyorum.

Bandırma Vapuru’nda Atatürk ile birlikte yol alan 23 kişiden biri olan Topçu Binbaşı Kemal Doğan’ın kızı Ayfer Neyzi ile evinde buluşuyoruz. Babasının fotoğraflarını, mektupları, madalyaları, gazete kupürlerini çıkarmış ve masanın üzerine koymuş bile.. 85 yaşını süren son derece alımlı, zarif bir hanımefendi olan Ayfer Neyzi Binbaşı Kemal Doğan’ın küçük kızı. Diğer kızı ise İstanbul Eski Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın eşi Reha İsvan’dı. Neyzi, babasının savaştaki kahramanlıklarıyla övünmeyi hiç sevmediğini, “Nasıl başardınız? Nasıl dayandınız?” tarzından sorulara “o kadar umutsuzdu ki durum, ya başka ne yapacaktık ki?” diye karşılık verdiğini anlatıyor ve ekliyor: “Ben de bugün bu ülke bitti diye yakınanlara daima hiç hakkınız yok diyerek 19 Mayıs 1919’u örnek gösteriyorum. Bizim hiç olmazsa karşımızda 19 Mayıs gibi bir başarı örneği var”…

Lakabını Atatürk’ten almış

Babaları fazla bahsetmemiş Bandırma vapurunun o zorlu 3 gününde neler yaşandığından ama Ayfer Neyzi birini şöyle aktarıyor: “Bir İngiliz gemisinin peşlerinde olduğunu farkedince, tüm ışıkları sigaraları söndürüp hepsi güverteye toplanıyorlar. Her yer zifir karanlık. Nerede ise nefes bile almıyorlar. Sanki bu çetin yolculuk başarıyla tamamlanmazsa ülke aynı karanlığın içinde sonsuza kadar kalacakmış hissiyle… O karanlıkta suların hışırtısından geminin sessizce yanlarından geçtiğini duyuyorlar. Gemi biraz uzaklaşınca güverteden bir anda ve hep birlikte derin bir Ohh sesi yükseliyor…”

Kemal Doğan’ın lakabı Kozanoğlu. Ayfer Neyzi babasının Kozanoğlu ismini, Kilikya Kuvayı Milliye Kumandanı olarak Adana’ya giderken bizzat Gazi Paşa’dan aldığını söylüyor. 2005 yılında Gelibolu, Dirikköy’de adına bir kışla anıt dikildi. Adana Kilikya’da ise Kurtuluş savaşı sırasında vurulduğu köye “Doğanbeyli” adı verildi.

İlk tanışıklıklarının nereden olduğunu soruyorum.. 1900’lü yılların başında Trablusgarp savaşı sırasında Bingazi’ye denizaltı ile aynı grupta geçmişler. Ardından 31 Mart Ayaklanması’nı bastıran Hareket Ordusu’nda birlikte olmuşlar. 1912-13’te Balkan Savaşı’nda, 1915’te Doğu Cephesi’nde, 1916-17’de Irak cephesinde, hep görev almış Kemal Bey…

Ve tabii 1919’da Kemal Paşa’nın Bandırma için seçtiği isimlerden biri olmuş. “Babam çok geç evlenmiş, hep bir cepheden ötekine savrulup durmuş. Ben doğduğumda 51 yaşındaymış” diyor Ayfer Neyzi ve şöyle anlatıyor: “İşin ilginci annem ve babamın evlilik tarihleri. Tesadüf 29 ekim 1923’de evlenmişler”. Belli ki tesadüfler bitmemiş ve ablam Reha da 2 yıl sonra 29 ekimde dünyaya gelmiş. Neyzi “içi hep vatan sevgisiyle doluydu” diyerek bir anısını da şöyle anlatıyor: “Raman’da petrol bulunduğunu öğrendiğinde akşama kadar çocukluğunun Rumeli türkülerini mırıldanarak dolaşmıştı.”

Geriye kalan üç yadigâr

Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra da sivil hayata ve önerilen milletvekiliğine karşın askerliği tercih etmiş Korgeneral Kemal Doğan. 1941’de emekli olmuş. Neyzi “Emekli olunca Kırklareli milletvekili olarak Meclis’e girdi. Ancak sivil hayata bir türlü alışamadı. 10 yıllık milletvekilliği 1950 seçimiyle noktalandı” diyor.

1919’un topçu binbaşısı, cumhuriyet döneminin korgenerali Kemal Doğan 1951 yılında hayata veda ederken geriye üç yadigâr bırakmış: Üzerinde kurşun deliği ve kan izi bulunan bir üniforma.. Bir İstiklal Madalyası.. Ve 26 ağustos taaruzundaki başarılarından dolayı kendisini öven ve rütbesini yükselten “Başkumandan M. Kemal” imzalı bir mektup…

O Öncelikle Cumhuriyetin Valisi

Atatürk’ün “Kurmay Başkanı” Kazım Dirik’in torunu Doğan Dirik, onu bir dededen çok ‘Cumhuriyetin valisi’ olarak gördüğünü söylüyor.
dd

1919 Mayıs’ının ilk günleri… Pangaltı’da bir evin telefonu çalıyor. Karşıdaki ses kendini tanıtıyor:

– Ben Mustafa Kemal, sizinle biraz görüşmek istiyorum!

– Hemen geleyim paşa hazretleri.

– Hayır ben geleceğim.

– Gönlümü alırsınız efendim.

Mustafa Kemal Atatürk’ü Pangaltı’ya çeken isim, Kazım Paşa. Kısa süre sonra, Kurtuluş Savaşı’nın temeline ilk harçları koyan Bandırma Vapuru, Samsun’a doğru yola çıkacak. Onu da “mürettabatında” görmek istiyor:

– Ben 3. Ordu Müfettişi olarak Anadolu’ya geçiyorum. Sizi Erkânı Harbiye Reisi (Kurmay Başkanı) olarak götürmek istiyorum, ne dersiniz?

– Benim için büyük şereftir, emrinizdeyim.

– Hayır, önce düşünün, normal günlerde değiliz. Orda büyük işler yaparak, kolu kanadı kırılmış yurdumuza yeniden can vermek için geçmişimizi ve başımızı vermek gerekebilir.

– Anlıyorum Paşam, sizin en büyük yurt hizmetinize hazırım, canım başım bu toprak içindir.

Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
http://add.org.tr/19-mayista-samsuna-cikanlarin-torunlari-anlatiyor/