5 Mart 2008 Çarşamba

İngiliz Komutan Mr.Salter ve Mustafa Kemal Paşa

Atatürk Ve İngiliz Komutan Mr.Salter



İngiliz Komutan, Samsun’a Çıktığında Mustafa Kemal Paşa’ yı Esir Alacakmış (!) 


Yıl 1941. Artık emekli olmuş İngiliz İşgal Tabur Komutanı Mr.Salter, uçuş eğitimi için İngiltere'de bulunan Türk pilotu Kemal İntepe'ye anlatıyor:

1919 yılında Piyade Binbaşı olarak Samsun'daki İngiliz İşgal Tabur Komutanı idim. 18 Mayıs 1919 günü İstanbul'daki Komutanlığımdan "Mustafa Kemal adında bir Türk Paşasının, Bandırma Vapuru ile İstanbul'dan görevli olarak ayrıldığını, vapurdan gönderdiği telgrafta istifa ettiğini, şayet Samsun'a gelecek olursa tutuklanmasını" bildiren şifreli bir telsiz telgrafı aldım.

İngiliz işgal komutanı Samsun'a indiğinde kaynayan kalabalıklar görür. Siyah çizmeli, külot pantolonlu, kara kalpaklı, sert bakışlı kişilerin çokluğu dikkatini çeker. Dört gün önce İzmir işgal edilmiş, durum kritiktir.

"..Bütün gece hiç uyumadan yatağımda döndüm durdum. 19 Mayıs sabahı erkenden iskeleye gittim. Sabah namazından çıkan herkes sahile inmişti. Bir olay çıkmaması için taburumla iskele ve civarını kordon altına aldım.."

Bu arada, her İngiliz askerinin arkasına siyah çizmeli ve kara kalpaklı kişiler -muhtemelen tebdili kıyafet etmiş Türk zabitleri- usulca sokulmuştur. Kentin ileri gelenleri ve halk sandallarla vapura doğru akın etmeye başlar.

"..Görevimi iskelede yapamayacağımı anladım. Yardımcıma gerekli talimatları verdikten sonra motoruma atlayıp vapura doğru hareket ettim. Vapura ilk varan ben oldum. İki silahlı erimi motorda bırakıp Rum tercümanımla birlikte vapurun merdivenlerine tırmandım. Beni selamlayan iki tayfaya, gemideki yolcu generali görmek istediğimi bildirdim. Bir tanesi bizi salon kapısına kadar götürdü. Tam zamanı diye düşündüm."


İşgal komutanı kararlı adımlarla salona doğru ilerler, kapı yarı açık, herkes ayaktadır:
"..Kapıda durdum. Herkes ayaktaydı. Ortadaki sarışın mavi gözlü, sert bakışlı kişi ile göz göze geldim. Bir anda ne söyleyeceğimi şaşırdım. Sert bir asker selamı verdikten sonra farkında olmadan ağzımdan şu sözler döküldü:

"Ben ve taburum emrinizdedir!.."

Evet bunu nasıl söylemiştim!.. Daha önce böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmemiştim. Tercümanım bir an durakladı, dönüp bakınca toparlandı ve sözlerimi Türkçe olarak iletti. Mustafa Kemal Paşa'nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi"

"Başka Türlü Hareket Etseydim.."

İngiliz işgal komutanı yıllar sonra ülkesine döndüğünde divanı harbe verilir.
Savunmasının sonunda şunları söyler.
"..Görüyorsunuz sayın hakimler, karşınızdaki bu subay Başbakanımızın (L.George) bahsettiği 20. asrın dahisi ile hemde hiç beklemediği bir anda karşı karşıya, göz göze gelmişti. Ne yapabilirdi?.. Hiçbir şey!.. Başka türlü hareket etseydim eğer, bugün benimkiyle beraber bütün taburun mezarlarını ziyarete gelecektiniz. Şimdi eceli ile ölmüş üç erimizin dışında hepimiz sağ salim yurdumuza dönmüş ve ailelerimize kavuşmuş durumdayız. Karar yüksek adaletinizindir!.."

/Hulki Cevizoğlu 
17.02.2009
http://kenansahbaz.com/ataturku-tutuklamaya-gelen-ingiliz-komutan/

4 Mart 2008 Salı

Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’a Götüren Bandırma Vapuru Batırılmak İstenmiş Olabilir Mi?



M. Kemal Paşa, 16 Mayıs 1919 günü, öğleden sonra, Bandırma Vapuru ile Samsun’a hareket etmişti.

İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’nın talebi üzerine, Osmanlı Hükümeti tarafından belirlenen görevi, sadece Karadeniz kıyılarında meydana gelen asayişsizliği gidermek ve Doğu Anadolu halkının Şûra Hükümetleri kurmasını önlemekti.

Ancak, İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’nın talebi üzerine görevlendirilmesine rağmen, bazı kaynaklarda, İngilizlerin Bandırma Vapuru’nu Karadeniz’de batırmak ve M. Kemal Paşa’nın Samsun’a gidişine engel olmaya çalıştıkları iddiası yer almaktadır.

İngilizler, Bandırma Vapuru’nu Karadeniz’de batırmak istemiş olabilirler mi?.

Çeşitli kaynaklarda anlatıldığına göre, Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a hareket etmeden önce kendisine, Bandırma vapurunun yolda batırılacağı ya da kendisinin tutuklanacağına dair, haberler geldi.

Önce, bu haber verme olayının nasıl olduğunu görelim, daha sonra da olayı değerlendirelim.

Yazılanlara göre, haber, Mustafa Kemal Paşa’ya üç şekilde ulaştı:

Mustafa Kemal Paşa, ayrılacağı günün gecesi ( 15/16 Mayıs 1919), avukatı ve yakın dostu Sadettin Ferit (TALAY) Bey vasıtasıyla Bandırma vapurunun Boğaz’dan çıktıktan sonra bir İngiliz torpidosu tarafından batırılacağına dair bir haber aldı.

Haber kaynağı Osmanlı Bankası Müdürü olup, aynı zamanda Hilâl-i Ahmer (Kızılay) 2 nci Başkanı olan Berç Keresteciyan (TÜRKER) Bey’di. Berç Keresteciyan, durumu öğrenince, hemen Sadettin Ferit Bey’i aramış ve Mustafa Kemal Paşa’yı bilgilendirmesini istemişti.

(Berç Keresteciyan TÜRKER: TÜRKER soyadı kendisine, Soyadı Kanunu ile birlikte, bizzat ATATÜRK tarafından verilmiştir. Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal Paşa’ya ve Milli Mücadele’ye büyük destek vermiş, 1935-1942 yılları arasında Afyonkarahisar milletvekilliği yapmış Ermeni asıllı Türk iş adamı ve siyasetçidir.)(SY.286)
http://www.ahmetakyol.net/bandirma-vapuru/

3 Mart 2008 Pazartesi

Bandırma Vapuru’na İngiliz Komplosu



Bilmem siz de rastladınız mı; 19 Mayıs vesilesiyle gazetelerdeki yazıların birinde meşhur Bandırma’nın başına gelebileceklerden, İngiliz komplolarından söz eden bir yazı yayınlandı. Üzerinde ‘önemle’ durmayı gerektiriyor.

Bandırma’nın daha yolun en başında başına neler gelebileceğine ilişkin bir yazıyı geçende okuyunca; tamam dedim; eski öyküler ve efsaneler gerçekten de artık ulusalcılara kesinlikle yetmiyor. Aksine, bütün o eski öykülerin yeterince kahramanlık içermediğine kesin olarak inanmış olmalılar ki, yeni yeni kahramanlık efsaneleri yaratmak gerektiğine karar vermişler.


1919'da gece görüş dürbünü mü vardı?

Efendim, yazıyı okuma fırsatını bulamamış olanlar için hatırlatayım isterseniz; Bandırma vapurunun hedefine varmaması için kahpe İngilizler bir cinlik düşünmüşler ve vapuru batırabilmek için rotasında bulunan deniz fenerlerinin yerlerini oynatarak, yani hakiki fenerleri söndürerek, onların yerine de sahte fenerler donatarak, geminin Karadeniz sahillerinde kayalara çarpması için uğursuz bir operasyon gerçekleştirmişler.

Fakat o da ne, vapurdaki süvari İsmail Hakkı (Durusu), daha Poyrazköy açıklarında iken sahte deniz fenerini hemen fark eder, tecrübesine dayanarak tabiî. Hele serdümen (Ali oğlu) Basri beyin, bunun yollarından saptırılmak için düzenlenmiş bir oyun olduğunu anlaması da tabiî yine hiç şaşırtıcı değil. Ancak akşam vakti dürbünle bakarak yanan feneri görebilmesi insanı hayli şaşırtıyor doğrusu: Galiba Basri bey, gece görüş dürbününe sahip! Yani 1919 yılında gece görüş dürbünü. Yok eğer normal dürbünse gece karanlığında dürbünle etrafı görmek için Basri beye olağanüstü bir ihsanda bulunulmuş olmalı! Bu koşullarda zaten Bandırma’nın pusulaya gerçekten de ihtiyacı yokmuş diyor insan gayri ihtiyari.


Karadeniz yolu çakma deniz fenerleriyle dolu

İngilizler yememişler içmemişler, bütün yolu deniz fenerleriyle aydınlatmışlar. Bu arada sanki başkaca hiçbir gemi bu yolu kullanmayacakmış gibi. Ya o gece Karadeniz’deki diğer gemiler? Yazıda belirtilmiyor; ama kimbilir kaç gemici İngiliz kurnazlığını anlayamayarak, kayalara bindirdi, ne canlar yandı, kaç yetim geride kaldı. Her zaman söylerim, bir araştırma muhakkak derine inmeli; konunun bütün yönlerini kucaklamalı. Bu bakımdan yazarın araştırmasının eksikliğini belirtmek benim için bir görevdir. Umarım İngilizler bu operasyonu önce kendi gemilerine, daha sonra da müttefiklerine bildirmişlerdir. Gerçi İngiliz arşivlerinde henüz bu yönde bir bilgi bulunamadı, ama olsun, belki de tamamen gizli tuttular. Bundan sonra adı “Operasyon Deniz Feneri” olsun. Diğer yandan, ikinci deniz fenerinin Damat Ferit Paşa tarafından konulduğu söyleniyor yazıda; yani burada da hain sadrazamla İngiliz oyunu bütünleşiyor tabiî olarak. Tam beş kez muhtelif hainler, Bandırma’nın kayalıklara çarpması için bu çakma fener oyununu oynuyorlar, ama nafile. Bandırma’nın mürettebatı tecrübeli, elbette oyuna falan gelmiyor. Bu arada kömür azaldı diye Ereğli’ye yanaşmalarına pek aklım ermedi doğrusu. Neden İstanbul’da yeterli kömür stoku yapılmadığını asla bilemeyeceğiz. Belki bu da komplonun bir parçasıydı; kömürcüler de muhtemelen satın alınmıştı ve geminin kömür stoku yeterli değildi.


Kalleş Sinop feneri

Fakat sonuncu deniz fenerine gelindiğinde, hani şu Sinop’taki, fenerden ateş açılmasın mı? Açılmasın diyenlere, maalesef açılmış, ben yazıdan aktarıyorum. Meğerse hain İngilizler bu kez de yanıltmacıyı farklı kurmuşlar; torpidolarının namlusuna deniz feneri süsü vermişler ve yaklaşınca da tabiî ateşe başlamışlar. Ama karavana. Gemidekiler de ateşe karşılık vermeden geçmemişler. Kurmay binbaşı Hüsrev Gerede de tabancasını çıkarmış ve saymış. Her ne kadar kendisi anılarında hiç böyle olaylardan söz etmiyorsa da, bildiğiniz gibi, hakiki kahramanlar, kahramanlıklarını asla yazmazlar ve söylemezler. Bilemeyiz yani.


Ah, şu salak İngilizler

Belki yazarın kendi okuyucularının aklına gelmemiştir, ama bütün bunları okuduktan sonra insanın aklına pek çok soru işareti üşüşmüyor da değil yani. Acaba neden İngilizler, Bandırma vapurunun Samsun’a gitmesi için önce vize vermişler? Sahi, yoksa siz bilmiyor musunuz; Atatürk ve Bandırma İngilizlerden vize yani izin alarak yola çıkmıştı. Şu salak İngilizler bir yandan vize veriyor, diğer yandan da Karadeniz deniz trafiğini tehlikeye atacak şekilde tam beş tane çakma deniz feneri kurmaya çalışıyor. Biraz akıllı olsalar, sadece vize vermeyerek Samsun yolculuğuna engel olabilirlerdi. Öyle yapmıyorlar; hem veriyorlar, hem de gemiyi engellemeye çalışıyorlar; üstelik aynı anda! Ben her zaman demişimdir; bu İngilizlerin aklı yoktur diye. Kuzum bunlar iki dünya savaşını da nasıl kazandılar dersiniz? Ama yazara sormak lazım gelir: Acaba bu da bir İngiliz oyunu mu yoksa? Belki de hep kaybettiler, fakat tarihe kazandılar diye geçirdiler ve biz hala kazandığımız bir dünya savaşını kaybettik diye biliyoruz. Bu İngiliz kurnazlığı meşhurdur arkadaş; anlaşılan savaşı kazanmıştık, fakat İngilizlerin denizlere, pardon tarihe olan hâkimiyeti yüzünden bu başarımızı tarihe geçiremedik. Bakın gençler bu konuları araştırdıkça daha ne gibi bilinmeyenler ortaya dökülecek. Bekleyin ve görün!


Basri’nin Önlenemeyen Yükselişi

Basri beyin İngilizlerce tutuklanacağı haberi üzerine Samsun’dan alelacele bir Amerikan gemisiyle New York’a geçtiğini saptadım. Bir daha yurda dönmesi nasip olmamış; fakat sordum soruşturdum; kendisinin ABD’de Fatoş adında bir hanımla evlendiğini ve bu evlilikten iki evlâdı olduğunu öğrendim. Hatta, ben de söyleyenin yalancısıyım, aile hayatları meşhur Fatoş’la Basri karikatürlerine ilham kaynağı da olmuş. Basri, meşhur Basri sandviçinin de mucidiymiş. Sonra günümüzün McDonald’s şirketinin de kurucularından olduğuna dair bazı duyumlar aldım; fakat ben bunun biraz mübalağalı olduğunu düşünüyorum. Yine de araştırmakta yarar var efendim. Tek merakım Basri’nin gece görüş dürbününün patentini ABD’de alıp almadığı; büyük bir ihtimalle Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon bu yeni teknolojiyi Basri’nin dehası sayesinde geliştirmiş de olabilir. Türklük dünyası için iftihar edilecek işte başka bir buluş daha.


Deniz kızları niçin akla gelmedi?

Benim bir de merakımı çeken nokta, İngiliz operasyonunda deniz kızlarının niçin hiç akla gelmediğidir. Oysa Karadeniz’in değişik noktalarına yerleştirilecek deniz kızlarının gemicilerin ilgisini çekmesi ve bu sayede Bandırma’nın deniz kızlarının tuzağına düşerek kayalara oturması ya da gemicilerin şehvetin tesirinde denize atlayarak boğulup gitmesi mümkün olabilirdi. Bununla ilgili bir film seyrettiğimi hatırlayamadım, fakat bütün denizciler bilirler ki, deniz kızları, yüz yıllar boyunca denizcilerin kâbusu olmuştur. İngilizler birkaç “İngiliz muhibi” genç kızı çakma deniz kızı kıyafetiyle niçin Bandırma’nın karşısına çıkarmadılar sorusu hala yanıtlanmayı beklemektedir.


Acaba Korsan öykülerinden esinlenilmiş olabilir mi?

Sanırım herkes hatırlar, çocukluğunda muhakkak okumuş ya da sinemada izlemiştir; korsanlar, tabiî en kötü olanları, önce deniz fenerini basarlar, görevlileri etkisiz hale getirirler, deniz fenerini söndürürler, sonra kıyıda kayalıkların önünde ateş yakarlar, böylece gemicileri yanıltarak, gemilerinin kayalıklara oturmasını sağlarlar, ardından da masum yolcuları öldürüp, mallarını çalarlardı. Sağ kalanlar esir edilir, ancak yüklü bir fidye karşılığında serbest bırakılır ya da esir pazarında satılırdı. Jules Verne’nin romanından esinlenen “Dünyanın Ucundaki Fener”i de mi seyretmediniz? Hani Kirk Douglas’la Yul Brynner’in oynadığı. Acaba yazarımız bu filmden etkilenmiş olabilir mi? İşte bir heyecanlı araştırma konusu daha.


Okuma Metinleri

İşini ciddiye alanlar muhakkak Fethi Tevetoğlu’nun “Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar” kitabını okumalıdır; piyade yüzbaşı İsmail Hakkı Ede de dahil, Bandırma’da bulunanların yaşam öykülerini en geniş ve ayrıntılı olarak bu kitapta bulabilirsiniz. Maalesef yeni baskısı nedense yapılmadı; bu bakımdan ancak sahaflarda bulunabilir. Alanında yapılmış en ciddî araştırma olup, yerini doldurmak hala mümkün değildir.

/Cemil KOÇAK
08 Haziran 2012 Cuma
http://www.star.com.tr/yazar/Bandirma_Vapuruna_Ingiliz_komplosu-yazi-602901/

2 Mart 2008 Pazar

Samsun Trajedisi



Uzun tahta iskeleden ayrılıp da ilk kez Samsun toprağına ayaklan değen Mustafa Kemal'in kulakları dibinde askerî bir bando bir asker marşı çalarak gümbürdemeye başladı. Samsun mutasarrıfı Ethem bey, yüzünde takma bir gülümseme ile Mustafa Kemal'e doğru ilerleyerek elini sıktı:

— Şehrimize hoş geldiniz, paşam!

Mustafa Kemal, baktı. Bu içi geçmiş eski memur tiplerinden biriydi. Sezdiğine göre de ancak Ferit Paşa'ya ve düşmanlara hizmet edebilirdi. Zaten Mustafa Kemal'i de Vahidettin'in yaveri ve bir ordu müfettişi olduğu için karşılamaya gelmişti. Mutasarrıftan sonra, askerî kumandan, Belediye Reisi, Polis Müdürü Refik bey, (Koraltan) mektupçu ve başkaca hükümetin ve şehrin ileri gelenleri, sırasıyla Mustafa Kemal'in ve arkadaşlarının ellerini sıktılar.

Mutasarrıf Ethem Bey, bir akşam önce «muhasebe-i hususiye» müdürü Osman beyi çağırarak şöyle demişti:
— Osman Bey, İstanbul'dan bir paşanın riyasetinde bir heyet-i teftişiye geliyor. Bunları misafir edecek bir yer bulmak lâzım. Zaman da malûm; kimseden bir fedakârlık isteyemeyeceğimiz için meseleyi aramızda halletmeliyiz. Ümidim sizde! Yarın sabahtan itibaren bu işle meşgul olunuz. Osman Bey, bu işin içinden çıkabilmek için bütün gece düşünmek zorunda kalmış, en sonrc buna bir çare bulabilmişti.

Bu teftiş heyeti için en uygun yer, olsa olsa, Mıntaka Palas Oteli olabilirdi. Sabahleyin erkenden yataktan fırlayan Osman bey, hemen gidip otelin sahibini bulmuş ve onunla bir anlaşmaya varmıştı. Gelgelelim, bu otelde de bu önemli heyeti ağırlayacak hiç bir eşya yoktu. Oteli kiralayıp anahtarlarını cebine indiren «muhasebe-i hususiye» müdürü, bütün memurların evlerinden karyolalar, yataklar, yorganlar, mutfak takımları^ toplayarak orasını oturulacak hale getirmiş ve dairelerden de masalar, sandalyeler ve başka gerekli eşyayı taşıtarak yüzünün akıyla bu işin içinden çıkıvermişti.

Çilekeş Samsun halkı, elbette gelenlerin kim olduğunu bitmiyordu, bilemezdi de. Samsun'da bir İngiliz yüzbaşısının emrinde bir işgal kuvveti vardı. Bu yabancıları şehirden kovmaya gücü yetmeyen Türk paşalarının ne anlamı vardı? İsterse, bir yerine bin tane gelsindi!

Hiçbir Samsunlu artık böyle şatafatlı paşa giyneklerine pul vermiyordu. Şehrin sokaklarında dişinden tırnağına dek silâhlı Pontosçu Rum çeteleri dolaşıyor ve bunlara hiç kimse bir şey yapamıyordu. Bu yüzden deniz kıyısında işleriyle güçleriyle uğraşan yarı aç balıkçılar, kayıkçılar ve hamallar, bu sarışın paşaya ve arkadaşlarına dikkatle bakmayı düşünmediler bile.

Mıntaka Palas, iskeleye çok yakın olduğundan Mustafa Kemal önde, arkadaşlarıyla karşılayıcılar arkada olduğu halde oraya dek yayan yürüdü. Otelde hepsi soyunup dükündüler, yıkandılar ve kendilerini bekleyen daha güç görevler için elden geldiğince dinlendiler. Mustafa Kemal, ilk iş olarak annesine bir telgraf çekerek sağ salim Samsun'a ayak bastığını ve sıhhatte olduğunu bildirdi.

KAYNAK: Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan-2, Tekin Yayınevi,1986, Sayfa:53-55

1 Mart 2008 Cumartesi

Milli Mücadele de Samsun'un Önemi



Mondros Antlaşmasını imzalayan Osmanlı heyeti.
Önde solda Rauf Bey (Orbay), yanında müsteşar Reşat Hikmet, 
arkada sağda heyetin kalbi Ali Bey (Türkgeldi), Tevfik Bey ve Bahriye yaveri Sait Bey.

I. Dünya Savaşı'nda yenik düşen Osmanlı Devleti ile Müttefikler arasında ateşkes görüşmeleri Ekim 1918'de Limni Adası'nın Mondros Limanı'nda bulunan Agamemnon zırhlısında başladı. 30 Ekim 1918'de Müttefikleri temsilen İngiliz amiral Arthur Calthorpe ile Osmanlı heyeti arasında imzalanan antlaşma çok ağır maddeler içeriyordu.
_______________________________________________________________________________

/Dr. Rahmi DOĞANAY
Karadeniz Limanlarını üs olarak kullanan güçler, Kafkaslar, Rusya, Anadolu ve Balkanlar politikalarıyla, kısmen ve dolaylı da olsa Orta ve Yakındoğu siyasetini de etkileyebilirlerdi. Samsun da buna müsait bir liman şehriydi. Bu da askeri ve siyasi politikalarıyla yanında, ekonomik politikalar yönünden de Samsun'a önemli bir mevki kazandırıyordu. Başta Amerikalılar olmak üzere İngiliz, Fransız, İtalyan firmaları bölgede etkinlik yarışına girmişlerdi.(...)

Bu özellikleri ile Samsun, İtilaf Devletlerinin beklentileri doğrultusunda, Mondros Ateşkesi imzalandıktan sonra İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan gemilerinin ziyaretgâhı hatta üssü haline geldi. Çeşitli bahanelerle İngilizler 9 Mart 1919'da 200, 17 Mart'ta da 150 kişilik bir kuvveti Samsun'a çıkardılar.Bunlardan bir kısmı da Mart sonlarında Ermeni ve Rumları korumak için Merzifon'a sevk edildi.

İtilaf Devletlerinin çabaları ve faaliyetleri ileriki yıllarda daha da arttı. Zira bu daha başlangıçtı ve Anadolu'da Milli Hareket canlanınca bunu boğmak için faaliyetler arttırıldı. İngilizler Samsun'a askerden başka bazı subaylarını da çıkartmış, onları Mondros şartlarının uygulanması konusunda komiser tayin etmişti. Bu komiserler Karadeniz kıyılarına ve Anadolu'nun iç kesimlerine seyahat ederek hem silahsızlandırmayı sağlamak, hem de gayrimüslimleri korumak konusunda çalışıp, hükümetlerine raporlar hazırlıyorlardı. Samsun'da kurdukları telsiz istasyonundan başka, limana gelen savaş gemileri ile limanda bulunan Amerika gemilerinden de haberleşme konusunda faydalanıyorlardı.(...)

İngilizler de Samsun'u boş bırakmıyorlar, zaman zaman limana geliyorlar, kıyıları tarıyorlar ve karaya kısa süreli de olsa asker çıkarıyorlardı. Ayrıca komiserler aracılığıyla bölgenin durumunu ve özellikle gayrimüslimlerin güvenliklerini gündeme getiren incelemeler yapılıyordu. Bu çabalar genelde Türkleri sindirmek ve Pontusçulara cesaret vermek şeklinde yorumlanıyordu.

Samsun limanındaki Amerikan gemileri diplomasi alanında da adeta bir büro gibi çalıyordu. 9 Nisan 1920 tarihinde Mösyö Talk adında bir Amerikan Konsolosu Samsun’a gelmişti.26 Kasım günü de bir albay kumandasında Samsun’a bir Amerikan torpidosu gelir. (...)

İtilaf Devletlerinin genelde olduğu gibi, Samsun üzerinde gerçekleştirdikleri hareketlerinde de gayrimüslim ahalinin koruması amacı veya bu yoldan Türkiye'ye müdahale düşüncesi önemli bir rol oynadı. Bütün Karadeniz kıyılarında olduğu gibi Samsun ve çevresindeki Rumlar da bu himayeden destek alarak Pontus’çuluk hareketlerini yoğunlaştırdılar. Amerika, İngiltere, Yunanistan ve Fransa'dan destek gördüler.



Amiral Calthorpe 
(Somerset Arthur Gough Calthorpe)

İtilaf Devletleri adına Mondros Mütarekesi'ni (Bırakışma) imzalayan İngiliz komutandır. İngiliz amiral Sir Somerset Arthur Gough- Calthorpe, 1864'te Londra'da doğdu. I. Dünya Savaşı'nda İtilaf Devletleri Akdeniz Donanması komutanı olarak görev yaptı. Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'ndan yenik ayrıldığını kabul ettiği, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Anlaşması'na İtilaf (Anlaşma) Devletleri adına imza attı.

Kurtuluş Savaşı döneminde ise İstanbul'da İngiliz Yüksek Komiseri olarak görevde bulundu. Direniş yanlısı Türk subaylarının Türk halkını örgütlemesine karşı çıkarak Osmanlı yönetimine devamlı baskıda bulundu. 14 Mayıs 1919'da İzmir Valisi İzzet Paşa'ya İzmir'in işgal edileceğine dair bir nota verdi. Haziran-Temmuz 1919'da Harbiye Nezareti'ne (Savaş Bakanlığı) büyük baskılar yaptı. Yazılar yazdı. Çünkü Mustafa Kemal Paşa, o sıralarda genelgeler yayımlayıp kongreler yaparak Kurtuluş Savaşı'nı başlatmış ve halkı bağımsızlık isyanına teşvik etmişti.

5 Ağustos 1919'da İstanbul'dan ayrılınca, yerine Amiral Jean De Robeck atandı. Amiral Calthorpe, 1939'da Londra'da vefat etti.

1918 yılı sonlarında bölgedeki asayişi kontrol için Samsun'a İngiliz ve Fransız savaş gemileri gönderilmişti. Daha sonraki yıllarda da siyasi, ekonomik, hatta askeri yardımlar devam etti. 1919 başından itibaren bölgedeki İtilaf Komiserlerinin, Hıristiyanlara baskı ve zulüm yapıldığı yolundaki raporları 'hükümetlerine ulaşmaya başladı. Amiral Calthorpe 17 Ocak'ta, Samsun'daki Amerikan Tobacco Company'nin hazırlamış olduğu raporu Londra'ya gönderdi. 8 Şubat'ta da İngiliz webb'in Müslümanların silahlandığı, Hıristiyanlara baskı yapıldığı, bunun önlenmesi için Samsun ve Trabzon'a kuvvet gönderilmesi, Amasya, Sivas ve Kayseri'ye kadar ilerlemeleri sağlanacak biçimde konuşlandırılmaları görüşlerini belirten raporunu yolladı.



İngiliz Albay Rawlinson

Bu raporlar üzerine 9 Mart'ta Samsun'a 200 kişilik İngiliz kuvveti çıkarıldı. Komiser olarak Doğu Anadolu ve Kafkaslarda görevlendirilen Rawlinson da aynı gemide bulunuyor ve Samsun'daki Rumların İngilizleri büyük bir coşku ile karşıladığım kaydediyordu. Daha sonra bu askerlerden 52 kişi Mart'ın 25'inde Merzifon’a gitti. 30 Mart'ta Merzifon'a İngiliz askerlerinin gelmesiyle bölgede asayişin iyice bozulduğu iddiaları da ortaya çıktı. Samsun ve Merzifon çevresinde Pontus’çuluğun yayılmasında önemli görevler üstlenen Merzifon Amerika Koleji ile İngilizler işbirliğine gittiler.

19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkması ve Anadolu içlerinde gerçekleştirdiği organizasyonlar üzerine Samsun ve çevresinde İtilaf faaliyetleri de arttı. Bölgedeki İngiliz komiserler üst üste raporlar hazırlayıp Londra'ya gönderdiler. Amerikalılar, başta Merzifon olmak üzere İngiliz askerlerin de desteği ile içerdeki Rumlarla birlikte Samsun'a gelmeye başladılar. İngiliz komiserler raporları hazırlarken Amerikan misyonerlerin de etkisinde kaldılar. Samsun Rum Metropoliti zaten devamlı İngilizlerle görüşüyordu. Bu raporlarda genel kanaat, bölgedeki kargaşanın sebebinin Mustafa Kemal olduğuydu.

Bölgede kargaşayı önlemek iddiasında olan İtilaf Devletleri bir yandan Anadolu'daki bazı Rum ve Ermenileri kıyılara, kendi kontrol bölgelerine taşırken, diğer yandan Pontus çetelerini silah, cephane ve hatta eleman yönünden destekliyorlardı. Diğer yandan Rum komitecileri ve misyoner ecnebiler Anadolu içlerindeki durum hakkında Samsun'daki İtilaf temsilcilerine bilgi aktarıyorlardı. Rusya ve Yunanistan'daki Rumlardan oluşturulan çeteler Samsun ve Trabzon gibi merkezlere getirildi. Türklerden toplanan bir kısım silahlar da bunlara verildi.

Amerikalılar da zaman zaman Anadolu'da görevlendirdikleri inceleme komisyonu üyelerinin görüşlerine istinaden, Anadolu’daki Hıristiyan nüfusun korkunç bir baskı ve zulüm altında olduğunu belirtiyor, insani ve siyasi destek vermekten kaçınmıyordu. Ayrıca Anadolu içlerindeki Ermeni ve Rumları Samsun'a çağırıyorlar,Samsun'a veya İtilaf kontrolündeki şehirlere ulaşırlarsa orada her türlü yardımı göreceklerini belirtiyorlardı. Bu da Anadolu'daki Hıristiyan halkın durumu hakkında kötü propaganda oluyordu.

http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=815183#815183